Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Ortadoğu'nun yeni bayrakları

Arap dünyasındaki gelişmelerle son birkaç yılın global ekonomik krizin bağlantısı birebirdir. Özellikle endüstriyel gelişmelerle ekonomik ve politik süreçler oldukça iç içedir. Birindeki gelişme kaçınılmaz olarak diğerini etkilemektedir.

Sadece 20. yüzyılda cereyan eden birkaç tarihsel dönemeçle bunu tekrar hatırlatmakta fayda var.

 19. yüzyılın sonunda, 1890'larda başlayan ekonomik kriz. Liberal ekonomi teorisinin marjinal teoriyle yeniden reforme edilerek piyasaya sunulmasına tanık oldu. Bunun hayata geçmesi ise birinci dünya savaşıyla bağlantılı olarak dünyanın yeniden şekillenmesi biçiminde vücut buldu.

 1929 ekonomik krizle zirveye varan liberal dünya ekonomisindeki ülkeler çareyi Keynesyen ekonomi teorisinde buldular. Yine eş zamanlı süreçte ikinci dünya savaşı yaşandı.

 İki kutuplu dünya, soğuk savaş ve sosyalist bloka karşı sosyal devlet ağırlıklı ekonomi politikaları bir süre yeryüzüne hakim oldu.

 1970'lerin ekonomik krizi monetarist ekonomiyi, başka deyişle Milton Friedman ya da neoliberal ekonomi teorilerini gündeme getirdi. Reagan, Teatcher gibi siyasi aktörlerin öncülüğünde  Sovyet blokuna karşı bir kuşatma başlatıldı. Latin Amerika, Türkiye, Pakistan gibi ülkelerde askeri darbeler desteklendi. Hatta İran'da gelişen sol muhalafetin gücünü kırmak için Humeyni desteklendi. Paralel olarak sovyete karşı savaşan Afgan mücahitleri desteklendi.

 Ortadoğu'da desteklenen otoriter siyasi yapıların kontrolünde iktisadi bir liberalizasyona gidildi. Gümrükler düşürüldü, özelleştirmeler, yabancı sermaye yatırımları, banka ve borsaların yeni bir konseptle ortaya çıkarılması sözkonusu oldu.

 Avrupa Ekonomi Topluluğu (AET), Avrupa Birliğine (AB) dönüştü. Almanyalar birleşirken, Doğu Bloku ülkeleri AB'ye katıldılar.

 Ancak ekonomide istikrar tutturulamadı. Daha önceleri 10 yılları bulan süreçler bu kez nerdeyse devrevi bir biçimde 2-5 yıl aralığında dalgalandı.

 Ulusal merkezli ekonomi teorileri ve uygulamaları yerine küresel teoriler ve uygulamalar revaca girdi. Ama savaşlarda süreklilik kazandı. İran-ırak, lübnan, balkanlar, kafkaslar, Afganistan, Cezayir, Afrika'nın bazı ülkeleri, Irakın kuveyti işgali, ABD ve koalisyon güçlerinin müdahalesi, kangrenleşen Filistin ve Kürt sorunu hep müdahale gerektiren süreçler oldu.

 Böylelikle ABD ve yanında yer alan güçler süreklilik arz eden bir biçimde yeryüzünün tüm yapılarına müdahil oldular. Hem ekonomik, hem politik, teknik hem de askeri  anlamda.

 11 Eylül'ü başlangıç olarak kabul edeceğimiz 21. Yüzyıl konseptinde ne klasik sömürge, ne de yeni sömürgecilik kavramları yeterli bir tanımlama olarak ihtiyaca cevap vermiyor artık.

 Bir varsayımdan hareket edelim ve Ortadoğu'da görünürdeki ulus devlet merkezli sınırlar, politik temsiller ve devlet merkezli bürokratik-kurumsal yapıları haritadan bir an silelim. Bunların yerine şirketlerin, askeri üslerin, özel koruma birimlerinin bayraklarını dikelim. Yine bu birimlerin yöneticilerinin ya etnik kökenlerini, ya eğitim gördükleri ülekeleri ya da ilişki ağlarını çizgilerle birleştirelim.

 O zaman bambaşka bir dünya çıkmaz mı?

 Gerçek hakim güçlerin renkleri, onların ekonomiye, siyasete, topluma, hukuka, bürokrasiye, tekniğe ve öteki akla gelebilecek araçlara yön verdiğini daha kolay göremez miyiz?

 Ayrıca yukarıdaki örneklere bakarak son bir kaç yıldır yaşanan derin ekonomik krizin politik ve askeri yansımasının daha da şiddetli olacağını kolaylıkla göremez miyiz?

Velhasılı Ortadoğu da Kürt sorunu dahil on yılları alacak bir konjonktür var ve mücadele çetin.