Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Demokratik özerklik ve inanç gurupları-Ergin Doğru

Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde sağlanan toplumsal uzlaşı, kurucu meclis ruhunun kaybedilmesiyle yitirilmiştir. Cumhuriyet’in sürekli olarak yarattığı iç ve dış düşman ihtiyacı, Cumhuriyet’in varlığını sürdürmesi için gerekli görülmüştür. İslamcılar, Aleviler, Kürtler ve komünistler değişik zamanlarda, sürekli değişen “düşman” algısı olarak belirlenmiştir.

Sürekli bir çatışma ve tahrik pozisyonuyla egemenler toplumu denetimi altında tutmuştur. Böl-yönet, yanına al, çatıştır mantığı ile kimlikler birbirine düşman edilmiş, önyargılar oluşturulmuştur. Halkların çıkarı olmamasına ve inançların özünde bulunmamasına rağmen Aleviler, Ezidi ve Süryaniler egemen inanç olan İslamcılara hedef pozisyonuna getirilmiştir. İslamcılar üzerinden yaratılan korku imparatorluğunun üzerinden ise; Alevilere sahte laiklik söylemi ile “biz olmazsak bunlar sizi keser” mantığı egemen kılınmıştır. İnançsal kimlikler bu şekilde karşı karşıya getirilirken, kazançlı çıkansa; aslında özünde inançlara saygılı olmayan sistemin kendisi olmuştur.

Birbirine karşıt ve düşman edilmeye çalışılan inançların üzerinde varlığını sürdüren sistem açısından toplumsal barış, ‘varlığının sorgulanması’ anlamına geleceği için barıştan uzak durmaktadır. Bu yüzden de inançlar arasında laiklik ilkesi temelinde tarafsızlık ve eşitlik yerine, düşmanlığı körüklemeye devam etmektedir.

Sistemin bilinçli olarak yarattığı inançlar arası düşmanlık politikası, bizzat yine inançlar arasında bitirilmelidir. Toplumsal barışın sağlanması noktasında inançların üzerine büyük görev düşmektedir. Toplumsal barış sadece inançlar arası önyargı ve düşmanlıkları yok etmek için değil, bizzat Türkiye’nin temel sorunlarına yaklaşımda da öne çıkabilir. Kürt sorununun çözümü noktasında tüm inançlar kardeşlik ve barış rolü oynayabilir.

İnançların özü insana dayalı, eşitlik, kardeşlik ve barışa dayanır. Savaşmayı ve kavgayı öneren bir inanç yoktur. İnançlar bu kadar barışçıl içeriklere sahip ise, bunu halkların hizmetine sunmak gerekmiyor mu?

“İncinsen de incitme” diyen ,”72 millete bir nazarla “bakan, “benim Kâbe’m insandır” gibi bir felsefeye sahip olan Aleviliğin, barış konusunda daha fazla rol oynaması önemlidir. 

Yine barış ve kardeşlik inancı olarak bilinen İslam’ın bu özelliğini hayata geçirmek bizzat Müslümanların görevidir.

“ “Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir...” (Yunus Suresi, 25) 

...” Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. “(Maide Suresi, 32)

Yukarıdaki surelerde de görüldüğü gibi Kuran-ı Kerim içerisinde birçok ayet ve surede barış ve kardeşlik vurgusu vardır. Özü barışa dayanmasına rağmen İslam’ın cihad anlayışını ya da öz savunmaya dönük ayetleri kendine göre yorumlayarak şiddet ve savaşı savunmak İslam’ la ne kadar örtüşür.

İslamiyet’te olduğu gibi yeryüzünde en fazla mensuba sahip Hıristiyanlıkta barışa vurgu yapar. Hz İsa şahsında açığa çıkan barış kişiliği, İncil’de de inanlarına tavsiye edilir ve insanlığın barışı savunulur.

“ Merak etmeyin bir şey hakkında, ancak şükran dualarla her şeyi isteklerini Allah'a yapılabilir olsun. Ve tüm anlayışı aşan Tanrı barış, Mesih İsa'ya kalplerini ve zihinlerini koruyacağım.” (Phil ). 

“ Kutsanmıştır, onlar Tanrı'nın çocukları olarak adlandırılan olacak barışı.” (Matt ) 


Sonuç olarak; sistemler inançları düşmanlaştırmanın aracı olarak kullanırken, inananlara düşen; sistemin bu silahını boşa çıkarıp, inançları toplumsal barışın ve kardeşliğin aracına dönüştürmektir. Gerçek anlamda inanmak bunu gerektiriyor. İnançlar, egemenlerin iktidarlarını sağlamlaştırmak ve devam ettirmek için araç olarak kullanılmış, özü ve felsefesiyle oynanmak istenmiştir. İnananlara düşen bu oyunları görüp boşa çıkararak, en kutsal hazine olan insanı merkeze alarak, bir barış ve kardeşlik toplumu yaratmaktır.