Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Okunu Mazluma Doğrultmak yada Aygün-Ergin Doğru

Siyasette BDP ve Kürt hareketine saldırmak kendini ispat etmenin bir vesilesi oldu.

Saldırı dalgasının iki kaynağı var: Birincisi egemenlerin bilinçli olarak sürdürdükleri tasfiye konseptinde kendine göre yeri ve sırası geldikçe yaptığı saldırılar, ikincisi de egemenlerin bu tasfiye saldırı dalgası sürerken, Kürt hareketinin yenileceğinden yola çıkarak konumlanamaya çalışanlar. ( İkinci kaynağın önemli bir boyutunda da Kürtlere ve Kürt hareketine ezeli husumeti olanların sürdüğü saldırlar var.) Süren bu saldırıların taraflarına baktığımızda göze çarpan ilk ortak noktaları, Kürt hareketine karşı düşmanlıklarının daimi olmasıdır.

Belki de çok derin tahlillere gerek yok! Devlet, karakteri gereği muhaliflerini ezmek için her zaman içerden yandaş ve işbirlikçiler yaratmıştır. Süren faşizan saldırıların gerçekliğini ve haklılığını ispatlamak için de faşizm kendince “içerden” Beko, Hızır Paşa, Raybere Koplara yeniden görev veriyor.

Uzun süredir bu görevi sürdüren Miroğlu, Burkay, Fırat ekibinin son halkası ise Tuncelili Hüseyin Aygün.

Aygün, son dönemlerde katıldığı programlarda ve verdiği demeçlerde bunu kanıtlamaya çalışarak canhıraş bir enerji sarf ediyor.

Bu uğursuz çabanın temelindeyse Kürt hareketine düşmanlık yatıyor.

Dersim bölgesinde halk arasında hizipçilik, mezhepçilik ve yaymaya çalıştığı “Zazacılıkla” bilinen Aygün’ün, bu dönem yaptığı tüm konuşmaları ise kürt düşmanlığı ile dikkat çekiyor.

Aygün, son olarak muhalif.com sitesinde verdiği demeçte yine BDP’lileri ve PKK‘yi suçluyor.

Kendisi bunun adına eleştiri dese de demeç, eleştiri sınırlarını aşan yargısız infaz ve yalanlar ile bir bütün Kürt halkına ve hareketine saldırı içeriyor. Röportajın ana fikirlerinin AKP ve Erdoğan’ın söylemleriyle örtüşmesi de ilginç bir nokta.

Bu örtüşme tesadüf değilse, yürütülen saldırı konseptinin farklı alanlarında olsa da söylem üzerindeki birliğiyle aynı noktadan yönlendirildiğini gösteriyor. Hüseyin Aygün demecinde Roboski’de F16 uçaklarıyla 34 Kürt gencinin katledilmesini ‘karanlık bir olay’ olarak ifade ediyor ve ‘hiç bir hükümet böyle bir katliam yapmaz’ diyor.

BDP Eş başkanı Selahattin Demirtaş'ı hedef alan Aygün; Demirtaş’ın, “bu ülke ikiye bölünmüştür” sözüne karşılık olarak, "Kürtler öyle düşünmüyor" ve hemen arkasından da en hafif tabiriyle şık olmayacak bir şekilde, “bunun bedeli ağır olur” diyor.

Aygün, Erdoğan'a destek çıkıp Leyla Zana'yı eleştirerek, “yaptıkları resmen kan ve toprak milliyetçiliğidir' diyor.

Aygün aynı röportajında devletin yaptığı katliamları eleştirmeyi, karşı çıkmayı ‘büyük vicdansızlık’ olarak nitelerken aydınları eleştirme altında hedef olarak göstermekten de çekinmiyor.

Devamla Aygün, ‘Örgütün de silah bırakmadığını ve kan dökmeye devam ettiğini görmek lazım. Hiçbir devlet, kan dökülen, her gün insanların öldüğü bir ortamda, barış masasına oturmaz’ diyerek, klasik devlet mantığı ile bir yerlere mesaj göndermeyi de ihmal etmiyor.
Aygün, Kürtleri, Erdoğan ve devlet gibi “terörizmle” suçlamaktan geri durmuyor, “Orayı tamamen örgüte terk etmişler, örgüt istediğini yapıyor. Biz Dersim’de resmen, PKK terörü altında bir seçim kampanyası yürüttük, BDP terörü altında…

” Görüldüğü gibi röportajda Hüseyin Aygün devlete ya da hizmet ettiği yerlere güvence vererek, “ben sizinle aynı fikirdeyim” mesajı veriyor. Bu mesajı verirken de ahlak ve gerçek gibi değerlere itibar etmeden yalana sığınıyor, iftira atıyor.

Şimdi Demirtaş’ın söylemi gerçeğin kendisi değil midir ya da Leyla Zana’nın kendi düşüncesini açıklama hakkı yok mudur?

Fikirlerini ifade edenleri tehdit etmek Aygün’e mi kaldı?

“Bedeli ağır olur” diyor, Aygün; ama unutuyor ki onun ağır dediği bedeli Kürtler her gün ödüyor.

Biraz vicdan sahibi olsa, siyasal rant için gittiği Çemişgezek’teki PKK’lilerin toplu mezarlardan çıkan kemiklerini hatırlar. “Bundan ağır bedel mi olur” diye sormak hakkımız değil midir? Ya da her gün Kürt siyasetçilerinin tutuklanarak zindanlara doldurulması, Kürt çocuklarının katledilmesi yeterince ağır bedel değil midir ki Aygün, pervasızca Erdoğan’ın ağzıyla Kürtlere yeni bedeller anımsatıyor!

Aygün, iftiralarında sınır tanımayarak devamcısı olduğu siyasetçiler gibi Kürt hareketini “terörist” ilan etme aymazlığı ve fütursuzluğunu da yaşıyor. Bunu gerekçelendirirken de seçimleri gösteriyor. Seçimlerde Aygün’ün tüm tahrik ve çarpıtmalarına ve kimsenin bir saldırısı olmamasına rağmen, “tehdit edildik” diyebiliyor. Oysaki oynadığı oyunun bir parçası olarak Atatürk için söylediği söz üzerine partisinde maruz kaldığı uygulamaları bu zat-ı muhtereme hatırlatmak gerekiyor.

Aygün’ün uzun süredir Kürt hareketine ve halkına karşı beslediği düşmanlık açıktır. Kendisini gizlemeye çalışsa da her söyleminin altında yatan, pratiğinin özünü oluşturan gerçekliği budur. Hüseyin Aygün’ün demokrasi ve mücadele anlayışının tümü bu düşmanlığı gizlemeye dönüktür. Aygün’ün bu büyük kininin ve düşmanlığının altında yatan gerçek nedir? Bir yerlerde kurduğu ilişkilerin gereği mi, yoksa Kürt hareketinin onun pragmatist, çatıştırıcı, ayrıştırıcı ve farklı yerlere hizmet eden kimliğini açığa çıkarmasından mıdır? Bilinmese de fırsat buldukça geçmişin hesabını görmeye çalışıyor demek de mümkündür sanıyoruz!

Dersim’i temsil etmeyen bu şahıs hakkında Dersimliler bildiğini saklamamalı, tüm gerçekleri çıplağıyla anlatarak teşhir etmelidir.

Gerçekler gizli kaldıkça Aygün demokrasi maskesi takmaya devam edecektir.

Cilalanmış Aygün, Dersimlileri temsil edemez, onun temsil ettiği değerler bu halkı inkâr eden, imha eden ve köle olarak yaşamaya mahkûm etmek isteyenlerin zihniyetidir.