Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

'Sivas Katliamı tarihsel düşmanlığın yansımasıdır' -Erğin Doğru

Sivas Katliamı, tarihsel kin ile konjonktürel gelişmelere karşı, egemenlerin organize ettiği bir katliamdır. Katliam ile egemenler hem tarihsel kinlerini göstermiş hem de güncel gelişmeler karşısında bir kez daha toplumsal mühendislik yapmışlardır. Yürütülen bu projesinin mağduru da her zaman olduğu gibi ezilen ve mazlum olan Aleviler olmuştur.

Anadolu ve Mezopotamya, uygarlıkların ortaya çıktığı ve yayıldığı bir coğrafyadır. Bahsi geçen yayılımda tarihsel bir önemi olan bu toprakların geldiği aşama ise tarihsel konumu ile örtüşmeyen barbarlıkla tanımlanıyor.
Halklar bahçesi olması gereken kadim topraklar egemenlerin tekleştiren yaklaşımları yüzünden acılar ile anılıyor. Etnik ve inançsal kimliklerin iç içe yaşadığı topraklar, günümüzde bir halklar bahçesinden ziyade, halklar ve inançlar mezarlığına dönüştürülmüş durumdadır. Bu kadim inançlar acı ve meşakkatli bir tarihsel süzgeçten geçerek bugün hala varlığını sürdürmektedir.
İslam’ın egemen olmasından sonra yaşam hakkı tanınmayan; bu coğrafyanın zenginliği olan inançlar varlıklarını gizlilik içerisinde, kıyımlara uğrayarak korumuşlardır.

Kızılbaş Alevi inancı Mezopotamya’da varlığını, her dönem egemenlerin saldırılarına rağmen devam ettirebilmiştir. Zerdüştlük, Zervanizm, Manizim, İsmaililer, Fatımiler, Yarsenistler, Ehli Hak gibi isimler altında sürdürdükleri yaşamları her dönem saldırılar ile yüz yüze kalmıştır.
Anadolu coğrafyasında da Kızılbaş Alevilerin payına düşen de farklı olmamıştır. Selçukluların Anadolu’ya girişi ile beraber kılıç zoruyla sürdürülen işgaller sonucu Kızılbaş Aleviler Anadolu’daki diğer inanç ve kimlikler gibi varlığını gizlilik ve mücadele ile devam ettirebilmişlerdir. Osmanlı şeyhlerinin verdiği fetvalar ile katli vacip sayılan Aleviler için her şey daha zor olacaktı.

Sünni İslam dayatması ile sürdürülen tekleştirme hareketlerinin, cumhuriyetin kuruluşuyla zayıflayacağı umudu doğmuş olsa değişen bir şey olmamış, Alevilerin payına düşen, kıyımlar ve asimilasyon politikaları olmuştur. Tek din, tek dil, tek inanç ideolojisi ile sürdürülen cumhuriyet rejimi, Koçgiri katliamı ile başlayan kanlı bir sürecin takipçisi olmuştur. Koçgiri, Dersim, Malatya, Çorum, İskenderun, Antep, Gazi ve Sivas katliamları, Alevilerin cumhuriyet döneminde yaşadığı bu kanlı süreç ve kıyımlardan sadece birkaçı. Cumhuriyet sürecini umut olarak algılayan, ama yaşadığı kıyımlar ile hayal kırıklığına uğrayan Aleviler sürekli arayışlarına rağmen kıyımlardan kutulamamışlardır. Türkçülük ve Sünni İslam’ın egemen ideoloji haline geldiği cumhuriyet yönetimi, renkleri yok sayan anlayışı ile baskının ve zulmün sorumlusu olmuştur.
Cumhuriyet dönemi Alevi kıyımlarının en barbarca olanı ise hiç kuşkusuz Sivas Katliamı’dır. 21 yy. insanlığın daha fazla demokrasi, özgürlük ve hukuk söylemlerini dillendirmesine rağmen, emperyalistlerde olduğu gibi Türk egemenleri de rejimlerinin devamı açısından kıyımları bir yöntem olmaktan çıkarmamıştır.

Tarihsel kin ve konjonktürel sürecin izleri

Tarihsel olayları güncel gelişmelerden ve geçmişten bağımsız ele almak, yanılgılı sonuçlara yol açar. Sivas Katliamı’nı sadece gerici güçlerin kışkırtması sonucu tahrik olması olarak ele alırsak yanılırız. Görünürdeki failleri katliamın sorumlusu olarak ele alırsak yine yanılmış oluruz. Sivas Katliamı, tarihsel kin ile konjonktürel gelişmelere karşı, egemenlerin organize ettiği bir katliamdır. Katliam ile egemenler hem tarihsel kinlerini göstermiş hem de güncel gelişmeler karşısında bir kez daha toplumsal mühendislik yapmışlardır. Yürütülen bu toplumsal mühendislik projesinin mağduru da her zaman olduğu gibi ezilen, ötekileştirilen, yok sayılan ve mazlum olan Aleviler olmuştur.

Sivas Katliamı’nın derinliklerinde, bu topraklarda yüzyıllara yayılan ve egemen olan Sünni İslam inancının Alevi düşmanlığı vardır. Alevilik şeyhülislamların fetvaları ile “sapkın inanç” olarak kabul edilen ve her zaman yok edilmesi gereken bir inanç olarak algılanmıştır. Eb-u Suud Efendi fetvaları ile çizilen gerçeklik, cumhuriyet yönetimlerince de devam ettirilmiştir. Dönemsel olarak sisteme stepne edilerek sahte laiklik anlayışı ile kullanılmaya çalışılsa da egemen bakış değişmemiştir.
Alevilere karşı var olan bu tarihsel kin ile beraber konjonktürel gelişmeler de Sivas katliamına giden sürecin önemli göstergelerindendir. Egemenler, her başı sıkıştığında başvurdukları toplumsal mühendisliğe bir kez daha başvurmuşlardır. Sistem kendine muhalefet eden güçlere karşı yürüttüğü kirli katliam politikasını bir kez daha yürürlüğe koymuş ve halk bir kez daha yönlendirilmiştir. Toplumda var olan tarihsel önyargı ve kin, egemenlerce bir kez daha katliamın aracı haline getirilmiştir.

Kürt hareketinin yürüyüşü durdurulamayınca
12 Eylül faşist darbesinin ertesinde faşist yönetimce egemen kılınmaya çalışılan korku imparatorluğunun gelişen halk muhalefeti ile aşılma işaretlerinin güçlendiği bir dönemin yaşandığı 90’lı yıllar sistemi zorlamaya başlamıştı. Bir yanda işçilerin bahar eylemeleri, öte yandan gençlik hareketinin çıkışı faşist darbecileri zorlarken, sistem için asıl hedef ise giderek kitleselleşen Kürt Özgürlük Hareketi’ydi. Sistem açısından yaşanan siyasal kriz giderek büyürken darbe etkisiyle toplumun üzerine atılmış olan ölü toprağı kaldırılıyordu.

Sistem için giderek büyüyen muhalefet dinamiklerinin birleşmesi ise adeta yenilgi demekti. Öğrenci, işçi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin yükselişi ve birleşme olasılığı sistemi yeterince korkuturken, sistem açısından tarihi bir korku da ipuçlarını veriyordu. Var olan muhalefetin birleşmesi ile beraber Kürt Özgürlük Hareketi’nin potansiyel bir öz taşıyan Aleviler ile birleşmesi ciddi bir tehlikeydi. Özgürlük hareketi ve Alevilerin birleşmesi demek, sistemin bugüne kadar yürüttüğü tüm politikaların iflası demekti. Yok sayılan, inkar edilen ve kıyımlara maruz bırakılan bu coğrafyanın iki toplumsal muhalefetinin birleşmesi coğrafyada hesapların yeniden yapılmasını gerektirecekti. Sistem açısından bu birliktelik önlenmeliydi. Önce işçiler manipüle edilerek sosyal şoven sarı sendikalar denetiminde Kürt hareketiyle buluşması engellenmeye çalışıldı. Sonrasında gelişen muhalefetin dinamik gücü olan gençlik hareketi şiddet araçlarıyla mücadeleden düşürülmeye çalışıldı.

Geriye ise asıl hedefler kalmıştı. Tüm şiddet politikalarına rağmen Kürt hareketinin yürüyüşü durdurulamayınca Aleviler üzerinde oyun oynanmaya başlandı. Resmi olarak tanınmasa da Alevilerin önü açılıyormuş gibi davranıldı. Cemevleri açılmaya başlanıp bazı Alevi dedeleri ile görüşmeler yapılmaya başlandı. İdeolojik olarak yoğun bir propaganda ile Alevilik bizzat Namık Kemal Zeybek’lerin öncülüğünde Türk İslam Aleviliğine oturtulmaya çalışıldı. Gizli ödeneklerden verilen paralarla tarihsel önyargılar pompalanmaya, mezhepsel çelişkiler kullanılarak Alevilerle Kürt hareketinin buluşması engellenmeye çalışıldı. Bu politika, Bektaşi Aleviler arasında kısmen başarılı olsa da özelikle Kürt Aleviler –Kızılbaşlar arasında fazla etkili olamadı. Aleviliğin devrimci potansiyeli ile gelişen özgüven demokratik mücadele açısından umut veriyordu.

Sivas Katliamı öncekilerin devamıdır
Sivas Katliamı’nın gerçekleştirildiği süreç ve siyasal gelişmeler, sistem tarafından önceki Alevi katliamlarında olduğu gibi adım adım planlandı. Sivas ve daha önceki katliamlardaki benzerlikler bu anlamda dikkat çekicidir.
Sivas’ta gerçekleştirileceği açıklanan Pir Sultan Abdal şenlikleri bu anlamda hedef seçildi. Sivas’a gelen birçok Alevi ve dostları hedef durumuna getirildi. Şehirde fısıltı gazetesi çalıştırıldı önce festival hakkındaki asılsız haberler ve kışkırtmalar ile saldırgan güruh kışkırtıldı. Bu kışkırtma hareketine öncedekiler gibi belirli kişiler ve medya hep birlikte katıldı. Şehre Kayseri, Adana, Elazığ gibi yerlerden militanlar taşındığı, katliam sonrasında açığa çıktı.

Yerel medyanın manşetine taşıdığı “Müslüman mahallesinde salyangoz satacaklar” sözü, aslında katliamın ipuçlarını veriyordu. Yine camilerde yürütülen kışkırtmalar ile yapılan” cihad “çağrıları sürecin adım adım örüldüğünü gösteriyor.
Tüm kışkırtma haberleriyle birlikte, önceki katliamlarda olduğu gibi yine cami çıkışında toplanılması işin organizasyon boyutunu gösteriyor. 
Katliamdan 15 gün önce katliamcılar tarafından tüm Sivas’a dağıtılan “Müslüman Kamuoyuna” başlıklı ve altında Müslümanlar imzası olan bildiride halk “cihada” çağrılır: “Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz valisi tarafından davet edilmekte, şehirde adeta Müslümanlarla alay edercesine gezebilmektedir.”

“Kâfirler şunu iyi bilmeli ki: İslam’ın Peygamberi’ni ve kitabın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır. Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.” Gibi çağrılar boşuna değildir elbet.
Cami çıkışında toplanan güruh Pir Sultan Abdal etkinliklerine saldırmaya başlıyorlar. Şenliklere katılan Alevi aydınlar ve dostları başlarına gelecek habersiz sığındıkları Madımak Oteli’nde kurtarılmak için CHP’li vekilleri ve bakanları ararlarken, kendilerine verilen yanıt: “merak etmeyin, gereken tedbirler alındı” oldu. Madımak’ta Ankara’dan gelen teselli telefonlarına güvenilirken otel dışında toplan faşist güruhun sayısı her geçen dakika biraz daha artıyordu.
Otelin ateşe verilmesiyle başlayan barbarlık gösterisini tüm insanlık izliyordu. Adım adım yakılan otelde 35 can alevler içerisinde yanarken, yetkililerin ve Ankara’dan güven telkin eden CHP’lilerin yaptığı ise koca bir hiçti. İnsanlar ateşler içerisinde kavrulurken dışarıdaki barbar güruh kahkahalar atıp zaferlerini kutlayarak, insanlık tarihine kara bir sayfa daha açıyorlardı.

Hala cevap bulmamış sorular
Katliamdan bu yana hala cevap bulmamış sorular ortada duruyor. Aslında cevapları herkesçe malum olsa da hukuken yanıtlanmamış, sorumluları açısından yaptırımı gerçekleşmemiş bu sorular, katliamın sorumlularını imliyor:
1- Sivas’ta yerel medya ve kışkırtıcılar tarafından dağıtılan bildirilerde katliam çağrıları yapılırken yetkililer neden hiçbir tedbir almamış, sorumluları yakalamamıştır?
2- Olayların ilk başladığı anda cami çıkışı toplanan kitleye neden müdahale edilmemiştir. Otel önüne gelen faşist güruh polis etkisiz kaldığında, asker neden devreye girmemiştir. Askeri komutan olay yerine kadar gelmesine rağmen neden asker sayısını artırmamıştır?
3- Şehre dışarıdan militan taşındığı bilgisine rağmen, bunların nereden örgütlendiği, kimler tarafından çağrıldığı veya gönderildiği neden araştırılmamıştır?
4- Otel önündeki taşların katliamdan kısa bir süre öncesi otel önüne dökülmesi tesadüf müydü?
5- Dünyanın en büyük ordularından biri olmakla övünen, Kıbrıs’ı sekiz saate işgal etmekle övünen ordu, sekiz saat boyunca alevler içindeki insanlara neden yardım ulaştırmamıştır?..
Soruları artırmak gereksiz; çünkü devleti biraz tanıyanlar bu soruların cevabını fazlasıyla biliyor. Katliamın hemen sonrasındaki gelişmelere baktığımızda dahi katliamın sahiplerini anlamak için kâhin olmaya gerek olmadığı görülecektir.
Böylesine barbarca bir katliamın ardından demokratik ülkelerde hükümetler istifa etmek zorunda kalır; ama Türkiye’de bir tek kişi istifa etme erdemliliğini dahi göstermemiştir. Devletin başındaki Süleyman Demirel’in “Güvenlik güçleri ile halkı karşı karşıya getirmeyin! Yaşananlar münferittir. Bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilir” ve Tansu Çiller’in “çok şükür ki Oteyi banah vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır!” sözleri ibretliktir.
Bu sözler nasıl unutulur? Devlet yetkililerinin demeçleri, yaşanan barbarlık karşındaki ahlaksızlığı ve vicdansızlığı göstermeye yeterlidir.
Katliam ilişkin bu yaklaşımlar ve açıklamalar aslında geleneksel devlet aklının, Kızılbaş Alevilere bakışını ve tarihsel kinini gösteriyordu. Katliam sonrasında “sözde” yürütülen hukuk sürecinde ise katliam sanıklarının birçoğu küçük cezalara çarptırılmış ve dava daha sonra da zaman aşımı kapsamına alınarak, göstermelik tetikçiler dahi serbest bırakılmıştır.

Sivas Katliamı’nı nasıl anlamalıyız?
Sivas Katliamı bu topraklardaki tekçi resmi ideolojinin kendi dışında gördüklerini uslandırma ve terbiye etme hareketidir. Tarihsel süreç içerisindeki diğer katliamlarda olduğu gibi Sivas Katliamı’nın altında yatan da Türk İslamcı kutsal devlet zihniyetidir.
Resmi ideolojinin etnik anlamda dayandığı Türklük ve inançsal anlamdaki Sünni İslam anlayışının dışında kalan tüm etnik ve inançsal kimlikler asimle edilmesi - bunu kabul etmezlerse de yok edilmesi gereken- temel gündem olmaktan çıkmamıştır.
Farklı renkler, bu toprakların zenginliği ve değerleri görülmemiş her zaman tekleştirme mantığı içerisinde düşman olarak algılanmıştır. Cumhuriyet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un dediği gibi “Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!” bu devlet zihniyetinin kendisidir.
Dolaysıyla Sivas Katliamı’nı doğru anlamak ancak devleti, devlet aklını tanımakla mümkündür. Katliamcıları, ortaya sürülen tetikçi faşist güruh olarak görmek gerçek failleri ıskalamamıza sebep olur. Katliamın gerçek sorumlularını ıskalamak ise bugüne kadar olduğu gibi Alevileri ancak kendi cellâtlarının yedeğine düşme pozisyonuna sokar.

Özgürlük yolunda Sivas’ı unutmamak…

Tarihsel süreçteki diğer katliamları ve Sivas Katliamı’nı unutmamak ancak gerçekleri açığa çıkarıp doğru bir rotada ilerlemek ile mümkündür. Eğer Sivas Katliamı ile anlaşılmak isteniyorsa doğru temelde bir yüzleşme kaçınılmazdır. Aleviler yaşan bu katliamların ardında öncelikle egemen zihniyet ile yüzleşmek doğru temelde hesaplaşmak zorundadır. Yüzleşme gerçeğinin kendisi aynı zamanda bir hesaplaşmadır. Eğer egemen zihniyet her fırsatta yok sayıyor, imha ediyorsa bu zihniyetle yüzleşmek kaçınılmazdır. Egemen ideolojinin tüm zihniyet yansımalarında kurtulmak ve kendi tarihsel özü ile buluşmak Aleviler açısından kaçınılmazdır.
Maruz kalınan saldırıları egemen olan devlet zihniyetinden bağımsız görerek sahte laiklik politikaları ile sisteme yedeklenmek yüzleşme önündeki en büyük engeldir. Devlet zihniyetinin tüm kurumları ve ideolojik etkilerinden kurtulabilmek katliamcı zihniyet ile yüzleşmek anlamına gelecektir.
Eğer bugün Sivas’ı unutmamak sloganlarının hayat bulması isteniyorsa yapılması gereken sistem ile yüzleşebilmek ve inkarcı sistemi değiştirecek doğru siyasal ve yaşamsal duruşun sahibi olmaktır. Oldukça meşakkatli olan bu büyük görevi hayata geçirebilmek ise ancak dost olan doğru güçlerle buluşabilmek ile mümkündür.
Aleviler umut ettikleri özgür ve hakça yaşamı egemen kılmak için bu ülkenin ezilenleriyle, ötekileştirilenleriyle ve yok sayılanlarıyla ortaklaşabilmelidir. Demokratik, özgür ve gerçek anlamda laik bir ülke yaratabilmenin yolu, ancak yürütülecek özgürlük ve demokrasi mücadelesinin sağlam bir öznesi olabilmekle mümkündür.
Kızılbaş Aleviler bu coğrafyada yaşadıkları mağduriyet ve zulümleri ancak kendisiyle aynı kaderi paylaşmış güçler ile sağlayacağı dayanışma ve ittifak ile giderecektir.
Sonuç olarak Sivas ve diğer katliamları unutmamak, alevler içerisinde özgürlük hayallerinde taviz vermeden abideleşen şehitlere layık olabilmek ancak hayalimiz olan “rıza şehrini “yaratabilmek ile mümkündür. Hallacı Mansurlardan Pir Sultanlara, Seyit Rızalardan Hasret Gültekinlere uzanan yol, özgürlüğün yoludur. Özgürlük yolunda yürüyen kahramanlarımızın bize bıraktığı en büyük miras ise inandığımız değerlerin uğrunda boyun eğmeden dik yürüyebilmektir. İnançları uğrunda derisi yüzülenlerin, idam sehpalarında katledilenlerin, ateşlerde yakılanların beklentisi olan özgür, demokratik, eşitlikçi bir dünya olan “rıza şehri” ancak bu coğrafyanın Alevileri, Kürtleri, Ermenileri, Êzîdîleri, Süryanileri ve devrimcilerinin yüreklerinde büyüyecek, onların ellerinde yükselecektir.
Sivas’ı unutmamak Madımak’ta ateş topuna dönen bedenleri ile semaha duranların deyişlerini yaşatabilmek, cemlerini tutabilmek ile mümkündür. Reyberlerimizi, pirlerimizi, yol ulularımızı unutmamak yüreklerde semaha durmak zihinlerde arınmaktır.