Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

MEMLEKETINE “SEVEREK” ZARAR VERMEK-Hasan Aslan

“Kötülük etmeyi istememek başka, bilmemek başkadır”
               Seneka

Memleketini “seven” bir insan, memleketine “severek”nasıl zarar verebilir? Eğer memleket Türkiye ise  verebilir. Türkiye’de, “memleketini seven’’ biri, sokakta münakaşa ettiği adamı belindeki silahı çekip vurup sonra da “bu adam vatan hainiydi onun için vurdum’’, diyebilir. Ya da başka biri, aynı pervasızlığı, “bu adam bayrağa söydü ben de vurdum”, diyerek sergileyebilir. Yakalanır, sorgulanır ve hatta tutuklanır, ama üç gün sonra salıverilir. Öyleyse, öyle bir ülkede her şey olabilir.

Bu arada, o “memleketini seven’’ birilerinin önemlice bir kesimi, askere gitmemenin bir yolunu mutlaka bulur. Kendisi gitmez, parasını askere gönderir! Ne âlâ!

Bazen bir toplulukta, bir insan çıkıp sorununu anlatmaya açlışır. Dinleyenler hemen homurdanır: “Bu adam da amma abarttı. Sanki, bu adamın derdinden başka, kimsenin derdi yok...” 2004 yılında çalıştığım işyerinde, böyle bir arkadaşım vardı. Türkiye ya da bizim toplumla ilgili eleştirel  tek bir yaklaşım olmasın isterdi.

Tarih, 18 Mayıs 2004. Yine, işyerindeyiz. Bir telefon aldım; 91 yaşındaki annem Hakk’a yürümüştü. İzin aldım ve Türkiye’nin yoluna düştüm. Atatürk Havalimanı'ına indim. Bekleme salonunda yanıma pırıl pırıl bir genç oturdu. Muhabbete daldık. Konuşma, memleketin sorunlarına kaydı. Samimi bir şekilde sohbet ediyoruz. Genç, her konudan konuşuyor nerdeyse. Bütün kıyaslamaları, “onlar’’ ve “bizler’’ diye yapıyor.

Bir ara gence, Avrupa'da bulunma sebebini sordum. Çevre mühendisliği doktorası için gittiğini söyledi. Şu benim dikkatimden kaçmadı: Bizim o ikili konuşmalarımızda, çevreyle ilgili nedense bir kelime bile geçmemişti!

Konuşmasından anladığım kadarıyla bu genç, kendine göre “vatanını çok seven’’ biriydi. Ama, yine anladığım kadarıyla bu sevgi, “Vatan-Millet-Sakarya” klişesinden ibaretti. Çünkü, hamasi övgülerden başka bir şey çıkmıyordu ağzından. Onun çevre mühendisliğinden, memleketine bir hayrının dokunup dokunmayacağı belirsizdi.

Oysa vatanı sevmek demek, onun eksikliklerini görüp, o eksiklikleri gidermeye çalışmaktır. Vatanını sevmek demek, başka ülkelerde gördüğü ve insanlar için faydalı olan gelişmeleri, kendi insanının da faydalanmasını sağlamaya çalışmak demektir.

Çevre mühendisi bir insanın, Avrupa gezip de İstanbul'un sokaklarıyla oranın sokaklarını karşılaştırmaması, onun memleketini ne kadar “sevdiği’’ni ortaya koyar. İstanbul’un kaldırımları, yaşlı ve sakatlar için sırat köprüsü misali ıstırap sebebiyken; iki kişi yan yana yürüyünce karşıdan gelen şahsın kaldırım darlığından araba yolunu kullanışı ortadayken... Bir çevre mühendisi bu sorunlara hiç ilişmiyorsa, böyle çevre mühendisi düşman başına!

Montaigne, ”İnsan doğasının yetersizliği yüzünden hiçbir şeyi duru ve yalın tutamıyoruz. Kullandığımız her şeyin özü bozulmuş; madenlerin bile. Altını işimize yarar bir hale getirmek için başka bir madde ile karıştırmak zorunda kalıyoruz”, der.

Michel de Montaigne 1533’te dünyaya geldi. Biz hâlâ yetersizliğimizi belli etmemek için lüzumsuz birçok şey yaparız. Karşımızdakinin anlamayacağı kelimelerle ne çok şey bildigimiz imajı yaratmaya çalışırız. Gerçek bu mu? Değil!

Aradan birkaç haftalık zaman dilimi geçti. İşyerime döndüm. Sık sık tartıştığımız işyeri arkadaşımı sakalları uzamış bir vaziyette buldum. Selamlaştık ve babasının vefat ettiğini söyledi. Başsağlığı dileklerimi ilettim. Kahvelerimizi yudumlarken, söz arkadaşın yolculuğuna geldi.

Aniden, “siz haklısınız, insanın katil olası geliyor“, dedi. Ben olayı daha anlayamamıştım. “Ne oldu?’’ dedim.

Arkadaş başladı anlatmaya: ”Babamın ölüm haberini alınca, abimle hemen uçak biletlerimizi aldık, uçakla İstanbul'a vardık. Uçak piste inmişti, abim telefonunu açtı; bizi beklediklerini bildiği için telefon etme gereği gördü. Ancak yanına gelen genç telefonu kapatmasını söyledi. Abim, ‘babam vefat etti bizi bekliyorlar konuşmam lazım, zaten uçak inmiş’, dedi. Ancak genç hiç olmadık bir şekilde, ‘işte bunlar vatan hainleri, bunlar vatan düşmanları, bunlar bayrak yakanlar’ deyip bağırmaya başladı. Tüm yolcular bize kötü kötü bakmaya başladılar. Neye uğradığımızı abimle anlamaya çalışıyorduk. Böyle bir şey ilk defa başımıza geliyordu. Çaresiz bir şekilde gözlerimiz, bizi anlayacak simalar aramaya başladı. Ancak sağ olsun aklı selim insanlar da yok değil, olayı anlamaya çalışanlar da vardı. Neden burada olduğumuzu abim sakin bir şekilde anlattı, durum sakinleşti.’’

Arkadaşa sordum: ”Genci tanıyor muydun?” Arkadaş, “hayır” dedi. Dostça bir soru daha sordum: “Bu anlattığın olay benim başıma geçseydi ve ben bunları sana anlatsaydım ne derdin?’’

Arkadaş: “İnan ki samimiyetimle söylüyorum inanmazdım. Yine vatanı kötülüyorsun, derdim. Ama bundan sonra inanmamazlık edemem, benim başıma da geldi.”

Sahte vatan sevgileriyle insan ocakları söndürenler devlet tarafından mükafatlandırılırken, gerçek vatanseverler darağaçlarına gönderildi. Kiminin, tenha sokaklarda cesetleri bulundu.

Yine Montaigne ile bitirmek istiyorum: “Bir devleti en fazla bir yenilik rahatsız eder. Değişiklik hep kötülüge ve zorbalığa yol açar.” Evet, bir ülkede ne zaman ki değişiklikler zorbalıkla karşılanmaz, işte o zaman, o ülkede gelişme var diyebiliriz.

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.