Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Aleviler, Seyit Rıza ve Dersim...

Aleviler Dersim kırımında Atatürk'ü ne sorumlu görmek isterler ne de işitmek. Bunun en önemli nedenlerinden biri de vakti zamanında dedelikleri kendinden  bazı Alevi zatların 'Hz. Ali'nin, Atatürk olarak zuhur ettiği' efsanesini Aleviler arasında yaymış olmasındandır. Buna inanan Aleviler Atatürk'e dair kötü bir şey ne yakıştırırlar ne de düşünürler...

Her zamanki gibi kent merkezinde oturan kızını görmeye gelmişti. Bu gelişi öncekilerden çok farklıydı. Üzerinde bugün bile Dersim için geleneksel sayılan kat kat giyilen renkli giysileri ile köy minibüsünden iner inmez önce kızının evinin yolunu değil Tepebaşı’nda yeni düzenlenen parkın yolunu tutmuştu. Çünkü köyde olmasına rağmen seyidinin ‘gelişini’ tez haber almıştı.
Birbiri ardına kafasına üşüşen anılar eşliğinde ayakları onu Tepebaşı’na çabuk ulaştırmıştı. Öne az eğilmiş halde sanki bir cem töreninde dedenin huzuruna çıkar gibi ellerini göğsünde kavuşturarak, küçük adımlarla ona doğru yürümeye başlamış. Nihayet ‘huzuruna’ vardığında saygıyla onun sol dizi üzerinde tuttuğu elini öpebilmek için eliyle tutmuş öyle bir süre beklemişti. Çünkü elini öpebilmesi için onun elini dizinin üzerinden az kaldırması gerekiyordu. Tüm bu olup bitenlere beş-altı metre geride parkın ağaçlarını sulamakla meşgul belediyenin emektarı Hıdır Usta dolan gözlerinden akan yaşlara hakim olamadan şahit olmuştu. Elindeki hortumdan toprağa akan suyun bıraktığı ses de olmasa Hıdır Usta için zaman durmuştu.
Kendisi de 60 yıl önce 1937-38 Dersim katliamının tüm o acı anıları içerisine doğmuş ve çevresindeki herkes gibi o acı anılarla büyümüştü.
Hıdır Usta, göğsüne bıçak gibi saplanan acılardan ve gözlerinden boşalan yaşlara bir nebze hakim olmayı başardığında, kendini yaşlı kadının yanında buluvermişti. O’nun kulağına yavaşça eğilerek “O sana elini vermez, boşuna bekleme! Çünkü O sana küskün ” der, yaşlı kadında O’na dönerek; “Niye bana küskün olsun ki? Ben bugüne kadar O’na karşı hürmetimi, inancımı hiç eksik etmedim ki, hep korudum, hiç kusur da eylemedim ki !” Hıdır Usta, o an acıları bir nebze de olsa dağıtmak için yaşlı kadına şaka yollu bu takılmasının hiçbir netice vermeyeceğini anlayınca, bu kez de yaşlı kadına dönerek “elini öpmek istediğin kişi Seyit Rıza değil. O bir heykel. Seyit Rıza öldü.” der. Yaşlı kadından yine cevap gecikmez “O ne biçim söz? Seyit Rıza ölür mü hiç? O yaşıyor. O her şeyi görür ve şu an bizim neler yaptığımızı da!” der ve iki kolunu tekrar göğsünde kavuşturup, hafif öne eğilerek, yüzü Seyit Rıza heykeline dönük biçimde geri geri giderek uzaklaşıp, kaybolur.

Siyasi sorumluluk
Alevilerin büyük bir çoğunluğu 1937-38 Dersim katliamının (BMSoykırımın Önlenmesi ve Soykırım Suçlarının Cezalandırmasına Dair Sözleşme bağlamında soykırımdır) gerçek siyasi sorumluları ile yüzleşmekten hep kaçınmışlardır. Kaçmakla yetinmeyip onlarca yıl önce dolaşıma sokulan yalanlara inanmayı tercih etmişlerdir. Çünkü yaşam, inanç ve özgürlük teminatı olarak görüp, uğruna binlerce canını hakka yürüttükleri bu yeni cumhuriyetin umut ettiklerinin aksine nasıl zalim bir sisteme büründüğünü görmekten korkarlar da ondan!
On binlerce canın katledilmesi için tonlarca zehirli gazı, on binlerce kurşunu, bombayı, on binlerce asker ve subayın emrine hangi siyasi sorumlu kişi veya kişilerin, neden seferber ettiğinin tüm çıplaklığı ile ortaya çıkması ve bilinmesi her şeyden önce kırımın mağdur evlatlarının bilme hakkı değil midir?
Siyasi sorumlulara dair gerçekleri suç ve sorumluluk savar mahiyette dillendirmemek neye hizmet eder ki?
Bu kırımın Yavuz Selim’in gerçekleştirdiğinden ne farkı var?
Farkı şu: Aleviler Dersim kırımında Atatürk’ü ne sorumlu görmek isterler ne de işitmek. Bunun en önemli nedenlerinden biri de vakti zamanında dedelikleri kendinden menkul bazı Alevi zatların ‘Hz. Ali’nin, Atatürk olarak zuhur ettiği’ efsanesini Aleviler arasında yaymış olmasındandır. Buna inanan Aleviler Atatürk’e dair kötü bir şey ne yakıştırırlar ne de düşünürler. Atatürk’e olan bu kayıtsız şartsız biat şekli benzer şekilde O’nun kurucusu olduğu CHP için de söz konusu olagelmiştir.
Bu yüzdendir ki yeni Cumhuriyet Alevilerin beklentilerinin aksine; yüzlerce yıllık dergâh ve ocaklarını kapatıp, mallarına el koyduğunda, Alevileri bir nevi yeraltına itip, onları asimile etmiş olmasını hiç sorgulamadan biat etmesi hep trajik olagelmiştir! Başka bir trajedi de yeni rejimin Türk-İslam prototip kimlik ve İttihatçı oyunlarının devamlılığı için Alevileri bulunmaz bir malzeme, payanda olarak görmüş oluşudur.
Yine bu yüzdendir ki: Aleviler, Seyit Rıza ve arkadaşlarının uydurma bir yargılama seramomisi ile pazar gecesine yetiştirilen idamı ile katledilen on binlerce cana yapılan zalimliklerden Atatürk’ün haberinin olmadığını, çünkü O’nun çok ağır hasta olarak yatağında ölümle pençeleştiği yalanına bugüne kadar inana gelmişlerdir.
Alevileri bu yanılsamalara sokanları ve celladına âşık ettirenleri çok uzakta aramamak gerek. O rolü, “Ağacın kurdu kendinde olur” sözünü en iyi şekilde ispatlarcasına bir kısım Alevi bezirgân dedesi ve siyasetçisinin çok başarılı şekilde yürütegeldiğini belirtmek gerek. Bu zatlar, makam ve maddi çıkarlar uğruna Alevi halkının kutsal kabullerini kullanmaktan hiç mi hiç çekinmediler.

Tanıklıklar, anılar
İkinci Dersim katliamı harekâtında Başbakan olan Celal Bayar ve yine o tarihte Malatya Emniyet Müdürlüğünü yürüten İhsan Sabri Çağlayangil hatıralarında (Anılarım- Güneş Yayınları, İstanbul - Şubat 1990, Birinci Baskı); Dersim’de sorumluluğun sadece İnönü’nün üstüne yıkılamayacağını, başta Atatürk olmak üzere Fevzi Çakmak ve 1938 harekâtında Başbakan olan Celal Bayar’ın da bu olaylardan sorumlu olduklarının altını çizerler. Çağlayangil, ‘Dersim isyanı’nın bir karakolun basılarak 33 erin öldürülmesi üzerine Atatürk’ün olayla ilgilenerek, “Bu meseleyi kökünden hallediniz,” talimatını verdiğini, hemen sonrasında ‘Dersim operasyonu’ sürerken Atatürk’ün Elazığ’a geldiğini, Seyit Rıza’ların idamlarına denk getirilen gelişini, bir köprüyü hizmete açmak olarak gösterildiğini, Dersimlilerin Atatürk’ün önüne çıkarak idamlıkların affını istemelerinin önüne geçmek için de Atatürk’ün Elazığ’a gelmeden idamların gerçekleşmesinin sağlandığını açık açık yazar. Tatil matil dinlemediklerini, idam kararını türlü oyunlarla çıkarttıklarını, idamların infazı esnasında gece elektriklerin kesik olmasının dahi Seyit Rıza ve arkadaşlarının infazlarını sekteye uğratmadığını belirtir. Çünkü otomobil farlarının ışığı kullanılarak Seyit Rıza’nın idam sehpasına çıkartıldığını, Seyit Rıza’nın, ipi kendisinin boynuna geçirdiğini ve sandalyesine kendisinin tekme atarak infazını celladına bırakmadığı noktası noktasına kadar yazar.
Elazığ’a gelen Atatürk’ün ise idamların infaz edildiği geceyi trenini kör makasa aldırarak uyuyarak geçirdiğini, sabahleyin kendisine Seyit Rıza’nın sehpada sallanırken çekilmiş bir fotoğrafını gösterdiğini, Atatürk’ün ise bu idam fotoğraflarının hemen imha edilmesini istediğini anlatır. Daha ne yazsın?
Celal Bayar 12 Eylül 1986 tarihli ‘Tercüman’ gazetesinde Kurtul Altuğ’a yaptığı açıklamalarda da İhsan Sabri Çağlayangili doğrular. Bayar:
“[Fevzi Çakmak, Atatürk ve ben] Dersim’de yapılan büyük ordu manevralarındayız. Dersim’in, o halde kalırsa, her zaman ordunun emniyeti bakımından tehlike olacağını görüşüyorlardı. O sırada biz konuşurken Dersimlilerin jandarma karakollarından üç-dört tanesini bastıkları haberi geldi. Atatürk benim yüzüme baktı. ‘Ne olacak?’ dedi. Anlıyorum, orada emniyet tesis edilecek. Atatürk, ‘Mesuliyetini üzerime alıyorum, vuracağız Dersim’i’ dedi ve vurduk.”
Atatürk’ün 4 Mayıs 1937 tarihli bakanlar kurulu toplantısına katılarak Dersim’i ‘ıslah’ kararının altına imzasının ötesinde daha ayrıntılı kayıtların cumhurbaşkanı, meclis, başbakanlık, genelkurmay, mit gibi kurum arşivlerinde mevcut olduğunu artık bilmeyen mi var?
Peki tüm bu gerçekleri bilmek neye yarar? Her şeyden önce iki şeye: Öncelikle ‘Vatan’ için tefaruat olarak görülüp kırılan on binlerce canın Dersim’de dolaşan ruhlarına olan borçların ödenmesini sağlar, bir başka önemli sonucu da Alevilerin, kaderlerini cellatların ve bezirgânların elinden kurtararak geleceklerini güven içinde inşa etmelerini sağlar.
Çünkü cellatların ve bezirgânların sahtekârlıkları o kadar da derinde saklı değil.
Erdal Doğan: Avukat

Radikal Gazetesinde Alınmıstır