Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Ahmet Kaya'sız 8. Yıl

Şarkılarıyla ağladığım, güldüğüm, alkole boğulup sabahlara kadar ağladığım; aşklarımı, yalnızlıklarımı, hüzünlerimi paylaştığım Ahmet Kaya’yı hep özlüyorum. Bunun için hâlâ şarkılarını ilk günkü coşkumla, hissimle dinlediğimi söylemem ikna edecektir sizi. 

Ahmet Kaya'sız 8. Yıl: Olmasaydı Sonumuz Böyle.../Bawer çakir-Bianet

16 Kasım 2000. Hava çok soğuk. Okulun bahçesinde nedensiz bir sakinlikle voltalar atıyorum. Dilimde bir Ahmet Kaya şarkısı. Islık çalamadığım için yalan yanlış sözlerini mırıldanıyor, bulunmaktan çok sıkıldığım okulun okumaktan çok sıkıldığım bir bölümündeki dersimi bekliyorum. Ben şarkımı mırıldanır, kendime “yalandan” bir hapishane havası yaratmaya kasarken Kaya’yı çok seven Trabzonlu bir arkadaşımı görüyorum binanın merdivenlerinde. Kafasını iki elinin arasına almış, derin derin bir şeyler düşünüyor. Yanına gidip hem halini sormak, hem de iki çift laf edip neşelendirmek istiyorum. Yanına vardığımda “doğal olarak” neyi olduğunu soruduğumda, havayı buz eden o cümlesini işitiyorum: Ahmet Kaya geçirdiği kalp krizi nedeniyle öldü. Ölümle, ölmek fikriyle, birini kaybetmekle ciddi problemi olan, bu fikirleri bir türlü kafasının bir yerinden oturtamayan biri için çok sinir bozucu bir durum böyle haberler almak. Ben Kaya’nın öldüğünü duyduğumda bir çocukluk arkadaşımı, kısa şortlu hallerimi bilen bir abimi, tanıdık, bildik birini kaybetmiş gibi hissetmiştim. İstanbul’a birkaç saat mesafedeki okul binasından eve doğru yola çıktığımda neler düşünüyordum çok da emin değilim ama içimde biriken sancılı şişkinliği hâlâ hatırlıyorum. Haberi almamın üstünden birkaç saat sonra eve vardığımda kapıyı açan annem kötü haberi paylaşırken yüzüme bakmıyor. Hızla çıkardığım botlarımı kapının önünde bırakarak televizyonun olduğu odaya gidiyorum. Ayakkabılarımı kapının önüne koymama her defasında kızan ve çalınacaklarını söyleyen annem bu kez sesini çıkarmıyor. Kanal D ana haber bülteninden Paris’e bağlanıyorum/z. Evet, şaka değilmiş. Kaya ölmüş. Bu “inanmak istemediğim” gerçekle salona gidiyor, kapıyı kilitliyorum. Ardından işte birkaç saat süren ağlama nöbetim başlıyor.

 Kürtçe bir şarkı ve faşizmin çatal-bıçak sesleri

Kaya, 10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği (MGD) ödül töreni gecesinde "Kürtçe şarkı söylemek, klip çekmek istiyorum" demişti ve “bunu yayınlayacak yürekli kanal sahiplerinin olduğuna inandığı” söylemişti. Bu basit cümle salonu harekete geçirmiş, ödül gecesi Ahmet Kaya’ya linç girişimi gecesine dönüşmüştü. Devrin “göbekten zeytin yiyen” ünlü popçucu Mr. Karabiber büyük bir cevvallikle sahneye atmış ve mifrofonu kaparak önce Sibel Can için yazdığı "Padişah" adlı şarkının sözlerini değiştirerek “Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, padişah değil / Atatürk yolunda tüm Türkiye / bu vatan bizim / ellerin değil” şeklinde okumuş, ardından da en kabarık duygularıyla 10. Marşını söylemiş, devrin “büyük” anchormanlerinden biri de salondakileri bu büyük coşkuya katılmaya davet etmişti. Mr. Karabiber, büyük bir coşkuyla marşı söylerken, salondakiler de kendisine Kaya’ya fırlattıkları "bir milyon parçalık" çatal bıçak takımıyla eşlik etmişlerdi. Faşizm’in çeyiz seti Kaya’yı Türkiye’den ayrılmak zorunda bırakmıştı. Bir kere daha görmüştük ki ne çatal sadece çataldı, ne de bıçak sadece bıçak. Ülkenin albümleri her daim en çok satan, şarkıları dilden dile doşalan “Ahmet Abi”si, birden bire “vatan haini” olmuştu.

Beyaz Paris’te esmer bir Kürt

Kaya’nın Paris günleri 120 albüm kaydedecek, yüzlerce şarkı yazacak kadar efkarlı, hüzünlü, yalnız, üzgün geçmişti. Her ne kadar sokakları tarih kokan, kaldırımlarının altında kumsal olan bu şehri sevse de hiçbir yer ona İstanbul gibi görünemezdi. Görünemedi de... İşte sonrası da malum; davalar, tartışmalar, dedikodular, rivayetler, şunlar, bunlar... milyon tane toz ve gaz bulutu.

Gurbete dayanmayan bir kalp

Kaya, özlediği ülkesine hasret bir şekilde, bundan tam sekiz sene önce Paris’te geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Ardından dopdolu bir hikaye ve sayısız şarkı bırakarak. Gitti. Kalabalık bir sonbahar gününde, herkesin şarkılarını hep bir ağızdan söylediği bir cenaze töreniyle uğurlandı son yolculuğuna. Tarihi kişilerle birlikte “takılmak” için Peré Lachaise mezarlığına gömülen Kaya “olması gereken” insanların yanına defnedildi. Kalbi bu topraklara duyduğu özleme dayanamadığı için durdu ve bedeni pek de sevmediği Paris’in altına konuldu. Oldu da bitti... bize anısı kaldı yadigar.

Ölümü yerine yaşamıdır aklımda

Ben demokrasi kelimesini ilk kez Kaya’nın ağzından duydum. Üzerinden tanklar geçmiş bir neslin sessizliğini yırtan bu adam sayesinde “mücadele” etme arzusunu edindim. Ya da bende zaten vardı da akacak mecrayı onun şarkıları açtı bilmiyorum. Tıpkı yumurtanın mı tavuktan, tavuğun mu yumurtadan çıkmadığını bilmediğim gibi. Ama onu sevdiğimi biliyorum. Hem de onun biraz homofobik, biraz maço olduğunu bile bile seviyorum. Bunları yazarak umarım ölünün arkasından kötü konuştuğumu düşünmezsiniz. Rica ederim düşünmeyiniz. Şarkılarıyla ağladığım, güldüğüm, alkole boğulup sabahlara kadar düşündüğüm, “gaza gelip” coştuğum, süründüğüm, aşklarımı, yalnızlıklarımı, kederlerimi, hüzünlerimi bulduğum, paylaştığım Kaya’yı hep özlüyorum. Bunun için hâlâ Kaya şarkılarını ilk günkü coşkumla, hissimle dinlediğimi söylemem ikna edici olacaktır sanırım. Ve Kaya’ya ilişkimi bu noktaya getirenin de onun her gün bir yenisini duyduğumuz ırkçı linç güruhları nedeniyle aramızda olamadığı gerçeği. Evet, ben bu nedenle o gece Kaya’nın kalbinin, aklının, gerçekliğinin üzerinde tepinen herkese kızıyorum. Kızıyorum diyorum çünkü geçen bir his olmadı bir türlü. Daha çok büyüdü. Onun tişörtünü giydiği için dövülen insanları duydukça daha da... Kürt olduğu için linç edilen işçileri duydukça daha da... Türk olmayan herkese yönelik ayrımcılık arttıkça daha da... Büyüdü... büyüdü... büyüdü...

Ne desem az, ne desem tam karşılığı değil

Gülten Kaya, rahmetli Kürt yazar Mehmed Uzun’un ölümünün birinci yılında Uzun’un eşi Zozan Uzun’a dediği gibi; Bizim gibilerin yas tutmaya vakti yok. vakit değerli. Bu nedenle yazdıkça yazacağım, çağlayıp coşacağım bu yazıyı Kaya’nın ölümünün 8. yılında saygıyla ve tabii ki büyük bir sevgiyle andığımı/zı yazarak nihayetlendirmek isitiyorum. Yine Kaya’nın, geçen yıl bu zamanlar bianet’e dediği “onun da uğruna sürgün yaşadığı Kürt sorunuyla ilgili çok şey değişmedi” sözlerinden hareketle; Kürt sorununda bir arpa ya da tarlası akdar yol alacağımız günlere inancım/ızla anısının önünde bir şarkısını söylemeyi boyunumun borcu sayıyorum: “Göğsüm daralıyor, yüreğim yanıyor, olmasaydı sonumuz böyle...” (BÇ)