Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Yüzleşme-Ali Çatakçın

Brüksel’de, Avrupa Parlamentosunda yapılan   Dersim soykırımı 4. Konferansı  tarihle yüzleşmeyi dayatan bir Konferanstı. Konferansın amacı  Devleti kendi soykırımcı politikasıyla yüzleştirmek olduğu kadar, ama aynı zamanda kürtleride hem  kendisiyle,  hemde soykırımcı tarihle yüzleştiriyor.

Kürtlerin kendisiyle yüzleşmesi ne anlama geliyor? Kürtler tarihte oğradıkları bütün katliam ve soykırımları adeta  kader sayıp, katilini ve soykırımcısını hiç sorgulamamış, işlenen insanlık sucunu  insanlık camiası önünde teşhir edememişlerdir. Bu, katliamcı ve soykırımcı Devlet  geleneğine hareket serbestisini sağlarken, kürtlerin  beleklerine ise, sadece  bir kara gün daha eklemiştir. Kürtlerde bir ulusal yas günleri, yada kara günler olarak dahi anılmayan bu süreçler, tek tek kürdün iç yarası olmaktan ileri gidememiştir.

Dersim soykırımı konferansı ulusallaşan kürdün  ve Kürt ulusal şuurununda bir göstergesidir. Kürtler, tarihte belki ilk defa, katilini ve soykırımcısını sorgulama yöntemine baş vuruyor. Aynı şekilde katiline ve soykırımcısına karşı ilkel kin taşıma ve kendi eliyle cezalandırma yerine, onu  uluslar arası platformlarda insanlık vicdanında mahküm ederek cezalandırmak istiyor. Bu çok önemli bir durum ve aynı zamanda modern ve uygar kürdün gelişmişlik seviyesine işaret ediyor. Bu durum  Türk devletinin kinci, inkarcı ve soykırımcı politikasıyla karşılaştırıldığında kürtlerin uygarlaşmada katettikleri mesafenin devletten arşın arşın ileri bir seviyede olduğunu  gösteriyor. Bu karşılaştırma aynı zamanda bu gün cereyan eden Kürt mücadelesine yakıştırılmak istenen ‘’Terörist’’  sıfatının kime daha çok uyduğunada işarettir.

Kürt soykırımı ve katliamlarına ilişkin, Kürtlerin ve belkide  Devlet’te mualif politikanın en önemli eksiği olan tarih değerlendirmesini  sayın Dr. Nürşen Gürboğa  yaptı. Dr. N. Gürboğa, ‘’ Dersim’de yaşananlar  1930-38 arası yaşanan  bir olaymı, yoksa Abdülhamit’le başlayıp hala günümüzde süren bir politikanın devamlılığımı?’’ sorusuyla başladı konuşmasına. Türkiye’de yapılan bütün etnik temizlik hareketlerinin  cevabı bu soruda yatıyor.

1890’larda Ermenilere karşı başlatılan soykırımı tezgahı planı çerçevesinde bölgede Kürtler hakında da bilgi toplanma çalışmaları sürdürülüyor. Bu bilgi toplama sürecinin ilk meyveleri 1919 Koçgiri, 1925 Şıx Sayit, 1926 koçuşağı ve 1938 Dersim de kürt soykırımı olarak ortaya çıkıyor.

Kürtlerin de zaman zaman eşlik ettiği, bazı Kürt direnişlerinin ‘’Emperyalizmin güdümümde olduğu’’ çarpıtması bu tarihi sürekliliğin iyi kavranmamasından kaynaklanıyor. Tabiki devletin tarih çarpıtması bilgi çarpıtması üzerinden inşaa edilme şansına sahip olabiliyor. Yalnız acı olan siyaset ve politika adına bu çarpıtmanın bir asır boyu mualif politik çevrelerden, kısmıde olsa, Kürtlerden onay almış olması. Bu onay, yaşanan dramın mağdurları ile Devleti aynı suçluluk sandalyesine oturtmuştur.Bu durum devletin suç işlemesine  gerekçe sunmuş, Devleti suça teşvik  sanısı mağdura yüklenmiş, mağdurun oğramış olduğu haksızlık, mağdurun sebebiyet verme eylemine bağlanmıştır. Bu mantık Konferansa konuşmacı olarak katılan bazı konuşmacıların yorumlarınada temel oluşturdu. Sayın M. Sancar’ın ‘’Suçlu her zaman komple suçlu, mağdurda pürüpak değildir’’ yorumu  bu tarih ve bilgi çarpıtmasının bir yansımasıydı. Bundan cesaret alan Panel moderatörü  Alman ‘’Atatürk modern Devlet kurmaya çalışırken Kürtler feodal ve gerici yaşam tarzında direttiler. Yaşananları bu açıdan da görmek lazım’’  yorumunda bulundu.

Moderatör,  bir Alman vatandaşı olarak,  Jahudilerin oğradığı soykırım hareketine karşı hasas olabilirken, Kürtlerin oğradığı soykırımı kürtlerin ‘Asiliğine’ bağlayabiliyordu. Tabii bu yorumda resmi devlet düşünc esinin etkisi yanında, mualif olarak ortaya çıkıp ‘’soykırım ve katliama oğrayanların da bu işte payı vardır’’ tezini ortaya atan görüşünde  önemli etkisi vardır.

Yüzleşme,  ne eksik nede fazla,  tarihi, o tarihi dönemde cereyan eden olayları, o olaylara yönveren, yönlendiren liderleri bir bütünlük  içinde ele almakla mümkündür. Eğer dönemin bazı olayları bazı devlet ‘büyüklerini’ koruma adına çarpıtılarak yapılırsa bu yüzleşme olmaz. Bu suçluyu aklama olurki buda sorunun çözümüne katkı sunmaz.

Ermeni, Kürt, Suryani ve diğer azınlıkların soykırımı hep yukarıdaki mantıkla ele alındı. Dolayısıyla bu güne kadar bir arpa boyu yol alınamadı. Ermenilerin soykırımı Ermenilerin başkaldırısına bağlanırken, Kürtlerin soykırımı onların olmayan isyanlarına ve ‘Emperyalizm’ bağlantılarına bağlandı. Abdülhmitle başlayan ve Jön-Türklerle devam eden ve cumhuriyetin harcı haline gelen bu ırkçı politikanın bir devlet politikası olduğu teşhir edilmedi.

Bu mantık Kemalist rejimin Kürt soykırımı politikasında da izlendi. Atatürk  ve kurmayları hep aklanırken, isyancı Kürtler emperyalizmin oynuna gelmekle suçlandılar. Oysa Ermeni soykırımında imzası olan aynı kadroydu. Mustafa Kemal   Abdülhamit ve İtaat Teraki döneminde Teşkilatı mahsusa’nın içindedir. Ermeni soykırımını, kürt soykırımını ve cumhuriyeti kuran kadro aynı.

Sayın Nuray Mert’in ‘’Atatürk’ün yy’lın en büyük diktatörlerinden olduğu’’ yorumuna verdiği tepki ve tahamülsüzlüğünü  doğrusu anlayamadım. Zira Atatürk’ün Türkiye’de yapılan etnik temizlik hareketi içindeki fonksiyonu ve yeri net iken bu tepki sadece yukarıda belirttiğim tarih ve bilgi çarpıtmasının bir ürünü olarak düşünülebilir. Çünkü Atatürk’ün soykırımcı ve  ırkçı ünü Türkiye sınırlarına aşarak, Avrupa’da yy’a damgasını vuran  insanlık sucunun işlenmesinde basamak olabilmiştir.Hitler ve Musolini kendisini Atatürk’ün öğrencileri olarak tanımlarlar. Zaten Türkiye ikinci dünya savaşında Hitler’in arka bahçesi görevini görmüştür. İdi Amin, Salazar, Bokassa,Markos ve diğerlerinin çağın en kötü diktatörleri ünvanına kavuşmuş olmaları soykırımcı olduklarına borçlu değiller, onlar bu ünvanı insanlığa karşı işledikleri suçlara borçlular. Atatürk ve kadrolarıda bir değil, mükerer defalar insanlığa karşı suç işlemişlerdir. Ermeni ve Kürt soykırımı denemeleri bu işin Kronesi(Tacı) olmuştur.

Türk devletini kanlı tarihiyle yüzleştirmek, ona suç ortakları arıyarak olmaz! Onu sucuyla yüzleştirmek onun katliamcı ve soykırımcı damarını ortaya çıkarmakla mümkündür. Buda ancak, Abdülhamitle başlayıp günümüze kadar gelen  sistematik bir Devlet politikası olarak kabul edilip mahküm edilmesiyle mümkündür. Ekinlere dalmış fincancı kervanını ürkütürsem fincanlar kırılır endişesini taşıyan, ekinlerin ezilmesine daha çok seyirci kalacaktır.