Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

AYIP VE ZULÜM GÜNÜ -KEMAL BÜLBÜL

Seyid Rıza ve arkadaşlarının idam edilmelerinin üzerinden 74 yıl geçti. Seyid Rıza’nın idama giderken söylediği sözler halen güncelliğini koruyor: “Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.” Seyid Rıza idama giderken asil tavrıyla tarihe geçti. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekmeyi vurdu.
PİR SEYİT RIZA
1937’de Dersim’de toplu katliam yapılmıştır. “Toplu katliamlar” için uluslararası sözleşmeler ve evrensel hukuk “Soykırım” tanımını yapar. Bu bağlamda Dersim Katliamı bir soykırımdır. Dersim Soykırımı inançsal, kültürel, etnik bir soykırım olmanın yanında doğaya ve tüm dünya insanlığına karşı işlenmiş bir suçtur.
Ve Dersim Soykırımı 1938’de başlayıp bitmemiştir. Hâlâ devam etmektedir. Katliamın tarihi arka planı vardır. Dersim insanı ve Pir Seyit Rıza’nın katledilmesinin temel nedeni Kürt/Alevi olmasıdır. Dikkat edilirse Pir Seyit Rıza “idam” sehpasında “Evlade Kerbelayımo be guneyımo!” demektedir. Pir Seyit Rıza “Evladı Kerbela” deyimini çok bilinçli olarak seçmiş ve tarihi bir gerçeği vurgulamıştır. “Davadan dönersem Kerbela benden davacı olur!” sözü de Pir Seyit Rıza’ya aittir. Peki, Kerbela nedir? Kerbela’da ne olmuştur? Neden Pir Seyit Rıza kendini “Kerbela” üzerinden tanımlamıştır?
Tabii Dersim’i ve Pir Seyit Rıza’yı anlatırken Ali Şer, Zarife, Bese, Nuri Dersimi ve bu değerlerin temsil ettiği gerçekle birlikte ifade etmek gerekir. Zira bu değerler Dersim ve Pir Seyit Rıza şahsında bütünleşmiştir. Ayrıca bir başka acı gerçek de “Rayber” ve onun gibi katil sürüsüne her türlü olanağı sağlayan devşirmelerdir.
Alevilik inancında pirlik, dedelik makamı kadar “Analık makamı” da önemlidir. Aleviler pir ve dedenin eşine “Havva Ana, Meryem Ana, Fatma Ana” sıfatı verirler. Dolayısıyla Bese ve Zarife de Anadır.
Kerbela nedir? Bu sorunun cevabı insanlık tarihinde gizlidir. Cevap bir tek cümle olsa da yaşanmış tüm tarih boyunca temel çelişki olmuştur. İnsanlık tarihi iki anlayış karşı karşıya gelmiştir. Birincisi “İnsanın bir irade ve özgün bir güçtür, insan haklarını kullanabildiği, haklarıyla birlikte yaşayabildiği oranda insandır” diyerek “insanın bu becerileri sayesinde doğa ile etkileşim içinde gelişerek, güçlenerek yaşayabileceğini” savunur. İkinci anlayış ise “İnsan kendine yetmez aciz bir varlıktır. Yönetilmeye muhtaçtır” der. Kerbela’dan önce, Kerbela katliamı sırasında ve sonrasında çatışma konusu budur.
Muhammed Mustafa’nın Mekke’de “Peygamberliğini ilan etmesi” ile birlikte O’nun temsil ettiği değerler üzerinden iki akım karşı karşıya gelir. Birisi İmam Hüseyin’in babası Şahı Merdan Ali’nin savunduğu ilim ve irfan yolu, diğeri Muaviye’nin babası Ebu Süfyan’ın savunduğu ihtişam ve paraya dayalı iktidar yoludur. Bu durum çok doğaldır. Çünkü “İnsan yaşadığı gibi düşünür.” Şahı Merdan Ali toplumda halk gibi yaşayan bir bireydir. Ebu Süfyan ise kervanlara hükmeden zengin bir tacirdir. Ali’nin “İslam’dan” anladığı “İlim, irfan, adalet, merhamet ve eşitliktir.” Ebu Süfyan’ın anladığı “Nüfuz alanını artırmak ve daha fazla mal satabilmektir.” Bu minval üzere devam eden tarihte Şahı Merdan Ali sadece Ebu Süfyan ile değil, Muaviye ile de mücadele etmek zorunda kalacaktır. Hatta bu “Dava” İmam Hüseyin’e de miras kalacak ve İmam Hüseyin de Muaviye’nin oğlu Yezit ile mücadele etmek zorunda kalacaktır. Pir Seyit Rıza da Kerbela katliamında İmam Hüseyin’in hakikati temsil ettiğini bildiğinden “Kerbela benden davacı olur” diyecek kadar tarihi, hakikati bilen ikrar ve iman sahibi bir ermiştir.
Kanımca İslam tarihi dört evrede ele alınmalıdır. Birinci evre Muhammed Mustafa’nın yaşadığı “Asrı Saadet” dönemi “Medine İslam’ı” ve bu dönemde yaşananlardır. İkinci evre Şahı Merdan Ali ve Muaviye’nin karşı karşıya geldiği dönemdir. Üçüncü evre İmam Hüseyin ve “Ehli Beyt’in” Yezit orduları tarafından katledildiği Kerbela Katliamı ve sonrasıdır. Dördüncü evre ise Muaviye anlayışının İslamiyet’e egemen olduğu günümüze kadar gelen zalim ve kirli iktidarlar dönemidir.
Ali-Muaviye, Hüseyin-Yezit gerçeği
13 Kasım 2011 günü “Gadir Hum Bayramı’ydı.” “Kurban Bayramı’ndan” bir hafta sonra özgün olarak Arap Aleviler tarafından kutlanan “Gadir Hum Bayramı” tüm Aleviler için özel bir gündür. Gadir Hum’da yaşananlar anlaşılırsa Ali-Muaviye, Hüseyin-Yezit gerçeği daha net anlaşılabilir.
Pir Seyit Rıza, Medine’den sonra ikili karaktere bürünen İslam tarihinde Şahı Merdan Ali ve İmam Hüseyin karakterini Bese Ana ve Zarife Ana da Fatma Ana’yı temsil eder. Dolayısıyla Dersim Katliamı’nı yapanlar ve Pir Seyit Rıza’yı idam edenler de Ebu Süfyan, Muaviye ve Yezit karakterini temsil edenlerdir.
Pir Seyit Rıza ve Dersim Katliamı’nın Roma/Bizans, Selçuklu, Osmanlı tarihinde Alevilere yapılan katliamlarla da yakın ilişkisi vardır.
511 ile 1527 yılları arasında orta Anadolu’da Osmanlı’ya karşı yedi Alevi ayaklanması gerçekleşmiştir. Bu ayaklanmaların sebebi Osmanlı’nın “Vergi salması” ve “Alevi ocak sistemine müdahale ederek Alevileri Sünnileştirme” çabasıdır. Cumhuriyet döneminde ise Koçgiri, Çorum, Sivas, Malatya, Maraş katliamları yapılmıştır. Amaç yine Alevilerin ocak sistemini dağıtmak ve Sünnileştirmektir.
Şeyh Bedrettin’in, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa ile birlikte Aydın, (1402 Ankara Savaşı sonrası 11 yıllık “Fetret” devri I. Mehmet dönemi) Manisa yöresinde örgütlediği “ayaklanma” da inançsal, kültürel, siyasal amaçları bakımından Pir Seyit Rıza ve Dersim ile ortak karakteristik özellikler gösterir.
‘Tunceli Kanunu’
1920/1921’de Koçgiri’de yapılan katliam yine Baba İshak ve Kalender Çelebi’nin yürüdüğü yol üzerindedir. Koçgiri özellikle seçilmiştir. Çünkü Koçgiri Kürtler ve Türkler arasında sosyal, kültürel, ekonomik ilişkiyi sağlayan stratejik öneme haiz bir bölgedir. 2 Temmuz 1993 Madımak Katliamı da devlet gözetiminde Türk/İslamcılar tarafından yapılmıştır. Madımak Katliamı Koçgiri katliamının “Yarım kalmış işlerini tamamlama” girişimidir. Koçgiri Türk/İslamlaştırılır ise sıra Dersim’e gelecek ve Türk/İslam tezi üzerine kurulan “Ulus Devlet” için “Tekleri” oluşturmak daha da kolay olacaktır. Koçgiri Katliamı birer devşirme olan Sakallı Nurettin Paşa ve Topal Osman tarafında yürütülür. 1935 yılında çıkarılan “Tunceli Kanunu” katliam kanunudur. Ve hâlâ Dersim’in adı bu “Katliam Kanunu” nedeniyle “Tunceli’dir!” Koçgiri ve Dersim katliamlarından sonra devlet tarafından “Hatıra Madalyaları” bastırılmıştır. Cumhuriyeti kuran devlet zihniyetinin Türk/İslam dışındaki kimlik, kültür ve inançları yok sayıp yasaklaması ve bunun için yaptığı katliamların da Dersim Katliamı ile direk ilişkisi vardır. Şex Sait katliamı bunun en bariz örneğidir. Pir Seyit Rıza ve Şex Sait söz konusu olduğunda resmi tarihin kuyruklu bir yalanı daha vardır. Şex Sait adamları ile birlikte Pir Seyit Rıza’dan yardım istemek için Dersim’e gelmiştir... Yemek hazırlanacağı zaman güya Şex Said, Pir Seyit Rıza’ya demiş ki “Siz Alevisiniz biz sizin elinizden yapılanı yemeyiz. Ya yemeği bizimkiler hazırlasın, ya da bir şey yemeyelim!!!” Buna kargalar bile güler. Mihman ve evsahibi ilişkisi içinde kendi inancında birisi “Seyitliği” birisi de “Sexliği” temsil eden kişilerden böyle bir diyalog bekleyenin ya aklından zoru vardır ya da zır cahildir!..
13 Aralık 1925 tarihli “Tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılmasına ve türbedarlıklarla bir takım unvanların men ve ilgasına dair kanun” meşhur “Tekke ve Zaviyeler Kanunu” Aleviliği yasaklamıştır. Ve 1925’ten bu yana Alevilik yasaklı bir inançtır. Ve Alevi Yol uluları “büyücü, üfürükçü, falcı ve gaipten haber veren” düzenbazlarla bir tutulmuştur. “Tekke ve Zaviyeler Kanunu” Türk/İslamcı devlet zihniyetinin ürünü olan hiçbir oluşumu yasaklamamıştır. Aksine “Fetullahçılık” gibi Türk/İslamcı oluşumlar “Cemaat” adı altında bizzat devlet eliyle örgütlenmiştir. Bu kanunla yasaklanan Alevilik inancı ve Kürt illerindeki sivil medreselerdir.
Evladı Kerbeleyıx
“Ve Dersim soykırımı 1938’de başlayıp bitmemiştir. Hâlâ devam etmektedir” belirlemesine tekrar dönecek olursak Roma/Bizans, Selçuklu, Osmanlı döneminde başlayan sistematik politikanın günümüzde de devam ettiğini göreceğiz. Dersim Katliamı ile “bitti sanılan” uygulamalar Maraş, Malatya, Sivas, Çorum’da... devam etmiştir. Bu katliamlar sonucu göçe zorlanan Aleviler metropollerde de rahat bırakılmamış bu sefer “Mahalle baskısı” diye nitelenen ama bizzat Türk/İslamcı devlet anlayışı tarafından örgütlenen baskı ve asimilasyon süreci uygulamaya konmuştur.
Türk/İslamcı devlet mantığına göre “Tunceli her zaman potansiyel tehlikedir.” Çünkü “Tunceli Kürt/Alevidir!”
Pir Seyit Rıza’nın davası haklı ile haksızın, mazlum ile zalimin, inkar ile varoluşun davasıdır. Pir Seyit Rıza “Ben inancım, dilim ve kültürüm ve haklarımla insanım. İnsan bir iradedir, insan maddi ve manevi değerler bütünüdür” hakikatinin gereğini yapmıştır. Katliamcılar ise tarihin her döneminde olduğu gibi hile, dalavere, Muaviye ve Osmanlı oyunları ile Hı(n)zır Paşa oyunlarına başvurmuşlardır!
Görüldüğü gibi Dersim ve Pir Seyit Rıza bu gerçeklerden kopuk ele alınamaz. Pir Seyit Rıza’nın “Kerbela benden davacı olur!” “Evladı Kerbeleyıx, bi hatayıx!” demesi yaşanmış bir tarihin dile getirilmesidir ve çok bilinçli bir tercihtir. 5 Eylül 1937’de “Görüşmek” bahanesi ile çağrılan Pir Seyit Rıza “72 Arkadaşı” ile birlikte tutuklanmıştır. Uydurma bir mahkeme ve uydurma gerekçelerle “Yargılanan” Pir Seyit Rıza, 15 Kasım (Tarih kesin değil, 14, 16, 17 Kasım tarihlerine de rastlıyoruz) 1937’de Harput Buğday Pazarı’nda (Şimdi Pirin idam edildiği yere bir cami yapılmıştır!) idam sehpasına yürürken sadece Dersim’i, Kürt/Aleviliği temsil etmiyordu. Pir Seyit Rıza, Şahı Merdan Ali, İmam Hüseyin, Hallacı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyit Nesimi, Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal gibi imamları, mürşitleri, pirleri, ermişleri temsil eden bir tarihin sembolüydü. Pir Seyit Rıza bir Kürt/Alevidir ama dünya insanlığının onurlu ve erdemli değerlerini temsil eden evrensel bir simgedir.
“Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. ‘Asacaksınız” dedi ve bana döndü: ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’ Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı, namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. ‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi... Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. ‘Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi...” Bu anlatım “Hatıratım” kitabının yazarı İhsan Sabri Çağlayangil’e aittir. Çağlayangil, dönemin “Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından infazları yürütmekle” görevlendirilmiştir. Görüldüğü gibi “İnfazcı” bile Pir Seyit Rıza’nın onurlu duruşu karşısında gerçeği teslim etmek zorunda kalmıştır.
Şahı Merdan Ali, İmam Hüseyin, Hallacı Mansur, Fazlullah Hurufi, Seyit Nesimi, Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa,  Pir Sultan Abdal yolundan giderek Hak için Hakka yürüyenlere aşk olsun.
Cismi canım, ruhi revanım, kalbi devranım, aşkım imanım Pir Seyit Rıza... Kalbi derunumun aynasında şavkıyan nur Pir Seyit Rıza... Sana ve seninle birlikte Hak için Hakka yürüyenlere aşkı niyaz olsun...