Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Ez Sêwûme, Ez Bê Kesım-A.Haydar Gürbüz

Asıl adı Eziz idi,ona Seyid Eziz’in adını vermişti babası Ağbaba, Ağbaba ölmeden önce yanındakilere “büyük Ağbaba gidecek ama deli dolu kendi halinde küçük Ağbaba aranızda yaşayacak, ona sahip çıkınız ve koruyunuz” demişti.O günden sonrada asıl adı Eziz olan o deli dolu fakir kendi halindeki çocuk Ağbaba olarak tanınacaktı. Ağbaba Kurmeş’e  ilk getirildiğinde henüz küçük bir çocuk sayılırdı genellikle Reşo’nun evinde kaldığı söylenir ara sırada Muse Beyrke’nin(Musa Ber) evinde kalırmış, kendi halinde biri olarak tanınan ve gittiği heryerde sevgiyle saygıyla ağarlanan Ağbaba zamanla çevre tarafından kutsanacak ve saygı duyulacaktı.

Peki acaba Ağbaba nasıl bir hayat yaşadı! Yaşadıklarında bir anlam çıkarabildi mi! Kendisine değer veren ve bakan taliplerinin isteklerine cevap verebildi mi! Hiç kimseden duasını esirgemeyen Ağbaba için birileri dua etti mi! Yoksul ve fakir bir yaşamın içinden çıka gelen Ağbaba’nın çektiği acılara kimse ortak oldu mu! Ömrü boyunca kimliksiz yaşayan Ağbaba Askeri polisi gördüğünde çektiği sıkıntıları  yaşadığı korkuları bilenler var mıydı! Hiç mi hastalanmıyordu Ağbaba! Kimler onu tedavi amaçlı herhangi bir sağlık kurumuna götürmeyi düşünmüştü! Ağbaba kendisine verilen para vb.  yardımları nasıl kullanıyordu!! Veya birbaşka deyişle kullanabiliyor muydu!!

Ağbaba rakıyı seven ve tıpkı kendi gibi deli dolu içen biriydi, peki kimler neden içiriyorlardı eğlenmek amacıyla mıydı yoksa sarhoş edip kızdırmak için miydi  !! Peki o neden bu kadar içkiye düşkündü!! Onu bu hale getiren neydi bir bilen var mıydı!! Kimse çıkıp ona bu derdini sordu mu!! Kimsesiz ve yalnız başına kaldığı bu coğrafyada yaşamını kapı kapı gezerek bir anlamda da dilenerek geçirmek zorunda kalan birileri için hayatın ne kadar zor  ve çekilmez olduğunu hepimiz biliyoruz, mülteci olarak farklı ülkelere gelmiş bir toplumun bireyi olarak burada yaşadığımız ve dilenci konumuna itildiğimiz yıllar öyle kolay kolay yüreğimizde sökülüp atılamıyor, işittiğimiz her azar çektiğimiz her sıkıntı bu yazgımızı dahada ağırlaştırıyor yaşamımızı zorlaştırıyor. Bazen beni  bu hale getiren sebeplere  kızar dururum ama durumumuzda herhangi bir değişiklikte olmayacak gibi.  Kimileri memlekete geri gitme hayalinde kimileri oralara bir daha dönmeme niyetindedir. Bir devranı çelişkidir yüreğimizde ve pratiğimizde yaşadıklarımız.Tıpkı Ağbaba’nın yaşadığı hayatın bir benzeri gibi, hem varlık içindesin hemde yokluğun en alasını yaşıyorsun...

Yıl 1986 Pertekte’yim Rahmetli kayınpederim Ali Hüseyin Ber’in bahçesinde bir yaz akşamı oturuyorduk, gece saat 9 civarlarında bahçenin kapısında Rahmetli Ağbaba ve Mehmet Azak beliriverdiler, Ağbaba’nın içtiği belliydi,  gömleğinin düğmesine sarılmış kafasını bir bu yana bir ona sallıyordu, birşeyler onu rahatsız etmişti Mehmet’te Ağbabay’la artık başa çıkamayacağını anladığında onu aldığı gibi Kayınpederin evine getirmişti,elinde iki şişe vardı ve herikiside doluydu,Mehmet Ağbaba’nın çok içtiğini ve kendisini dinlemediğini bu yüzden buraya getirdiğini belki sizleri dinleyerek artık içmemesi gerektiğini anlar dedi ve çekip gitti, tabi bizlerde artık Ağbaba’nın içmemesi için yalvar yakar olduk ama fayda etmiyordu,o elindeki şişeyi aldı ve bir bardağa doldurdu sonra bir kadeh içti ardında elindeki bardağa bakıp ağlamaya başladı,o kimsesizdir,fakirdir, niye kandırdılar!  diyerek kendisine has küfürleride sıralayarak  saatlerce ağladı, meğer şişelerdeki rakı değilde suymuş bunu farkeden Ağbaba o gün sabaha kadar kandırıldığı için ağladı ve kimseyide uyutmadı tabi çok üzülmüştük onun bu kadar ağlayacağını ben hiç düşünmemiştim ama o o gün çok çok ağlamıştı. Kendi kendime acaba Rakıdan dolayı mı ağladı Ağbaba yoksa çektiği bu sefalet mi kandırılması mı onu bu kadar ağlatıyordu!! Sinirlenince etrafında ne var ne yok kırıp dökerdi Ağbaba onun için malın mülkün hiç bir anlamı yoktu,sevdiklerine zarar vermekten kaçınırdı, belki çokça öfkelere kapılmıştır ama kimsenin burnunu kanatmamıştır, öfkesi dindikten sonra köşesine çekilip kendi kendisine ağlardı,gömleğinin yakasında tutar saatlerce büker boynu bükük bir şekilde karşısındakilere ve etrafındakilere bakar dururdu. Aslında o kendi dünyasında ermiş biriydi,malın mülkün hiçbir anlam ifade etmediği bir yüreğe sahipti, hesapsız kitapsızdı,kimseyle bir işi olmazdı tek uğraşı kendi kendisiyledi. Yüreğinde iyilikten ve güzellikten yana başka bir şey taşımazdı, saf ve berrak bir pınarın suyu kadar temizdi Ağbaba, onu kullanarak eğlenmek isteyenleride anlıyordu ama o bunlarıda seviyordu, bazen sandelye fırlatır gibi oluyordu ama sonuçta kendisini tutabiliyor ve  çevresine zarar vermiyordu.

Yoksul ve kimsesiz bir hayatın içinden doğan büyüyen Ağbaba belki deli doluydu,belki kimilerine görede acınacak durumdaydı ama o kimsenin ekmeğine kimsenin malına mülküne göz dikmemişti,açta kalsa susuzda kalsa kendineydi, hiç kimseye bana bunu verin demezdi,kendi adına bir başkasına söyler gibi konuşurdu, “o bilmiyor,onda yok, o delidir vs.”ayrıca duaları vardı basit ve sıradan ama bir o kadarda içten ve samimi, bildiğimiz tek gerçek Ağbaba’nın kimseye zarar vermeden yaşadığıydı. Sıkıntılı bir anında yanındakileri teselli ederdi, havaların yağmurlu olduğu bir günde “ bak şimdi güneş doğacak, o bilir, aydınlık olacak herşey gülü gülüstanlık olacak, çok sinirlenen birileri oldu mu mesela Amcam Zabit Gürbüz gibi onada hemen karışılmaması için “ karışmayın onda Ankara Hastalığı var” derdi. Ankara hastalığı demekle acaba neyi kastediyordu hiç düşündünüz mü!! Kanımca yıllarca kimliksiz gezmenin üzerinde yarattığı tedirginlik ve bölgede sürdürülen devrimci mücadelenin onda da bıraktığı bir iz düşümü olabilirdi. Bunu anlamak mümkün değildi onun kendisine göre anlatımlarından biride olabilirdi....

Ağbaba üzerine çok şey anlatılabilinir. Ağbaba ölmeden kısa bir süre önce köyün birinde keçileri otarıyormuş bu esnada asker ve gerillalar arasında çatışma çıkmış oda tam bu çatışmanın ortasında kalmış, sıkılan kurşunlar Ağbabanın kulakları dibinde gelip gidiyormuş oda orada dimdik ayakta durarak “heşşşşşt de bu ne vıngıldı” der dalgasını geçermiş, tesadüfen kurşunlar ona isabet etmemiş ve sağ salim evine geri dönmüş.Ona dair anlatılacak çok hikaye ve söylem vardır günün birinde Ağbabaya dair söylenenleri derleyip arşivlemek gerekiyor, bu anlamda Ağbabanın hayatı ve yaşadıkları hakkında geniş bilgisi olanların bana yazmalarını rica ediyorum.

Ağbaba son günlerinde Pertek’te bir evde kalıyormuş ve sanki öleceğini bilir giibi “ben ölürsem beni orda gömün” der ev halkıda Ağbaba’ya nerde gömelim diye sormuş o da tekrar niye yerimi bilmiyor musunuz? Oraya götürünüz, muhtemelen Zeveli olan aile Ağbaba’ya tamam seni Zeve’ye götüreceğiz demiş oda yok yok benim yerim Kurmeş’tir babamın yanı.Bunların konuşulduğu gün Ağbaba vefat ediyordu ve Kurmeş’te gömülüyordu böylece o yoksul ve yetim çocuk yaşama veda ederken edebiyete kadar Kurmeş topraklarında bir anıtı olacaktı. Ağbaba’yı bütün içtenliğimle saygıyla anıyorum.Yoksuldu kimsesizdi ama dürüsttü buda insanlık mertebesinin en üst seviyesiydi,kendisini maldan mülkten arındırmış böylece içinde kin nefret,rekabet gibi kelimeleri ve duyguları asla yaşatmamıştı. Sazını eline alırken kendi bildiği deyişi bütün içtenliği ve inancıyla seslendirirdi, okuma yazması yoktu saati bile bilmiyordu evet evet bir ölçüde Ağbaba bizim halk gerçekliğimizdi,dili yasaktı,kimliksizdi,inancı serbest değildi ama ona hiç olmazsa okuma yazma öğretecek birileride çıkmamıştı,böyle bir çabada olmamıştı..Ağbaba bir başına yaşamını sürdürmüş derviş misali hayatını tamamlamıştır.Yazıma Yunus Emre’nin şu beyitleriye son vermek istiyorum. Bir garip ölmüş diyeler.. Üç gün Sonra duyalar.. Soğuk su ile yuvalar..Şöyle garip bencileyin ….Ağbaba’yı bu vesileyle saygıyla anıyorum..

Ali haydar Gürbüz