Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Güç arayışında güçsüzlükle yüzleşmek.

Herşey varoruluşumuzun gizzemini dışa vuruyor.

Aslında herşey çıplak. Eylemimizin nedenselliğini açığa çıkaran sonuçlar sırrımızı ele veriyor.  Sonsuz güce, ölümsüzlüğe, ebediyete ulaşma iç güdüsüyle yola çıkarız. Henüz tecrübeyle sınanmamış gençliğin yola çıktığı anın dinamizmi; aklın, sabrın ve tahammülün çok uzağında gerçekleştirir ilk koşusunu.

İlk elde kurgulanan sonsuz güce ulaşılan en yakın nokta, sonlu ve sınırlı varloşun gerçekliğinin kendini yüze vurduğu andır. 

Lakin çok geç. Beden yaşlanmış, enerji kalmamış, gücün güç olmadığı anlaşılmıştır. Geriye dönüşde sözkonusu değil.

Sığınılacak tek şey ya evren dışı bir tanrı, ya da evrende dogmalarla örülmüş ideolojidir.  Ve bu da başka bir yanlışın başlangıcı.

Mezopotamya, Mısır, Çin, Hind ve Yunan uygarlığının bu yolda atılmış zirvesidir Roma. Roma sadece bir imparatorluk değil. Bugünkü “Ben”dir.  Yani yaşadığımız birey odaklı uygarlığın başlangıcıdır aynı zamanda. Mülkiyet, hukuk, bürokrasi, ordu, senato-meclis, bireysel özgürlüklerin tanınması veya hakların sınırlanması, işkence, iktidar, hiyerarşi ve din ve ideolojinin kurumsal şekillenişinin temelleri bu uzun ömürlü imparatorluğun tarihiyle şekillenmiştir.

Yıkılışından sonra her biri kendince bir roma olma tutkusuyla yaşayan feodal sistemin senyörleri, hem yeryüzünde yaptıkları zulüme ve zorbalığa meşruiyet kazandırmak, hem de öteki dünyanın garantisini sağlamak için, köylüden emekçiden sömürdüklerinin bir kısmıyla kiliseye habire yardım ettiler.

Bu hem yükümlülük, hem de fırsattı din ehli için. İktidar sahiplerinin sınırsız ve egoistçe arzularına uygun ve meşru bir mantık geliştirmek, gelirlerinin devamlılığı ve pozisyonlarının  güvenliği için zorunluluktu. Oluşturdukları mantık ve inanç sistemi ekseninde yeni bir iktidar ve hükümranlık zemini yaratmak bir noktadan sonra kaçınılmaz oldu.

Avrupa’daki en eski üniversitelerinin izdüşümleri burada başlar. Kilise ve feodalite’nin denetiminde bir bilgi üretimi.

Günümüz çok farklı değil. Dünyanın en zengini Bill Gates’in yardım amaçlı vakıf kurması, dünyanın ikinci zengini Warren Buffet’in de buna katkıda bulunması gibi. Ya da George Soros’un dünyanın çeşitli ülkelerinde özgürlükleri destekleyen vakıfları finanse etmesi çokda farklı bir ruhun izdüşümü değildir. Sabancı’nın Adana’nın göbeğinde kocaman bir cami dikmesi, Koç’un Türk Eğitim Vakfı da bu mantalitenin yerel yansıması.

Aydınlanma yoluyla başlayıp ulusal özgürlüklerle formüle edilen sürecin öncüsü burjuvazinin, iktidarlaşmış inanç sistemleriyle ittifak ederek vardığı nokta mutlak bir sömürgecilikten ötesi olamamıştır.

Hz. İsa’nın masum haliyle Papa’nın muhteşem gücü arasında nasıl bir bağ kuruluyor anlamıyorum hala. Adı barıştan gelen İslam’ın yaşadığı coğrafyadaki kanlı boğazlaşmada Hz. Muhammed temsili nasıl sözkonusu olabilir. Tüm çabalarına rağmen altın buzağıya tapanlara ne desin Hz. Musa.

Birbaşka nokta. Bir umud arayışı hep oldu. Ama Çatışmacı, katı hiyerarşi ve elit bürokrasiye dayalı karşıt muhalefetin devrim yürüyüşünün getirisi de şiddeten ve sefaletten öte olmamıştır.

Daha kutuplamış sistemler ve daha kanlı savaşların sonunda yeni bir özgürlük anlayışı ve liberal bir dünya için mevcut aktörler eliyle verilecek tüm yardımlar, sağlanacak tüm düşünsel arayışlar, üretilecek bütün araçlar ister hümaniter nedenlerle olsun ister allah adıyla olsun zulümden çatışmadan, sefaletten başka birşey getirmiyor.

Hitler-Stalin karşıtlığı, Bush-Saddam karşıtlığı, müslüman-hırstiyan karşıtlığı, ırkların karşıtlığı, cinslerin karşıtlığı, sınıfların karşıtlığı ve her karşıtın kendi iç dayanışması ve meşruiyetinin yeniden üretimi için kullandığı araçlar kabul edilebilir değil. Hiçbirinin haklılığı yok. Hepsi varoluş karşısında kırılmayı yaşıyor.

Ve biz kırıldık hep roma yolunda, roma için.

Oysa Romayı yeniden inşa etmeye, fatihlerin peşinde fethe gerek yok. Tarihte kaç kez viran oldu. Altında kimler kaldı.

Bizim kendi yolumuz, insani özbenliğimiz ve evrenimizin sonsuz bilgisi ve nimeti var.