Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Avrupa Birliği’ndeki sorun yapısal-Ehmed PELDA

Ekonomi Ekonomistlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Sosyal, siyasal, askeri ve teknik gelişmelerden soyut olarak ele alınan iktisadi anlayış sorunları tespitte yetersiz kalıyor. Hele hele sadece endüstriyel, ticari ve finansal verilere indirgenmiş ekonometrik veriler ve bunlar üzerinden yapılan tespitler tam bir çıkmaz. Bir şirketin hisseleri, bir finans kuruluşunun faize dayalı hareketleri ya da hükümetin mali politikaya dair kararları var olan krizi aşmak için tek başına hiçbir etkiye sahip değil. Avrupa birliğinde yaşanan krizi bu eksende irdelemezsek tutarlı bir tanımlama yapmak mümkün değil. Kabuldür ki, global ölçekte 2008 yılından beri yaşanan krizin Avrupa boyutu giderek derinleşiyor. Üstelik büyük tartışmalara gebe. Konu Yunanistan’ın yanlış veya daha öteye giderek hileli politikalarına indirgeniyor. Yine İspanya, İtalya ve diğerleri içinde iktisadi literatüre dalayı bir analiz ve eleştiri var.
Öte yandan Almanya belki ikinci dünya savaşından sonra altın dönemlerinden birini yaşıyor. Şimdi Almanya’da ki ekonomi yönetimi çok akıllıda ötekiler, gerizekalı mı? Böylesi bir açıklamayla yapısal bir sorunu okumak mümkün mü? Daha önceleri de bu sayfada tekrar tekrar yazıldı.
Olay iktisadi olarak görülse de asıl sorun siyasal, kurumsal, yasal ve yapısal hedeflerle ilgilidir. Almanya-Fransa ortaklığı Merkel-Sarkozy döneminde tüm Avrupa’yı iktisadi yolla birleştirmeyi hedefledi. Devletler üstü ekonomik karar birimlerinin oluşturulması hedeflendi. Euro en etkili aygıtlardan biri ise de merkez bankasının kurulması, krizler için fon oluşturulması, ekonominin çeşitli birimlerine ait AB komiserliklerinin güçlendirilmesi, AB maliye bakanlarının ve hazinelerinin birlikte karar alma gücünün etkin kılınması gibi bir sürü mekanizma oluşturuldu bu süre içerisinde. İktisadi cephedeki bu gelişmelere yön vermek, karar sahibi olmak, güç akışının merkezi ülkelere doğru kayması içinde nitelikli oy çoğunluğu hedeflendi. Yani buna göre ekonomik gücü ve nüfusu yüksek olan Almanya, Fransa ve ardından gelen ülkelerin etkisi daha fazla oldu. Eskiden bir veto kararıyla tüm birliği kilitleme gücüne sahip Lüksemburg, kıbrıs gibi ya da doğu Avrupa ülkelerinin etkisi sınırlandırıldı. Zaten bu yönlü toplantı ve çalışmalar sınırlandırıldı. Daha ziyade ekonomi merkezli örgütlenme, ilişkilenme ve karar verme süreci gelişti ki, bunda da parası olanın konuştğu bir olgu ortaya çıktı.
Ancak AB’de asıl hedef ulusal devletin ekonomi alanındaki etkisini sınırlandırmaktır. Yani ekonomiye ilişkin karar biriminin doğrudan Brüksel merkezli komiserler eliyle yürütülmesi amaçlanmaktadır. Bunların da etnik yapısı, ulusal pozisyonları çok önemli değil. Çünkü hemen hepsi çok uluslu şirketlerin ekonomik hedeflerini realize etmekle meşguller.
İşte Yunanistan bunun için pilot bölgeydi. Eğer bu ülke iğdiş edilebilse, burdan edinilecek tecrübelerle diğer ülkelere yönelme sözkonusu olacaktı. Fakat ülkedeki, kaos, seçimler sonrası ortaya çıkan aşırı uçler ve oluşan belirsizlik. Bu tecrübenin pekde iç açıcı olmadığını gösteriyor.
Fakat burada daha ileri gidilebilir. Ekonomik krizlerin riskleri kaldırılsa da siyasal krizin riski kaldırılamaz. Bunun örnek teşkil etmesi, diğer ülkelere sıçraması sözkonusu olabilir.
İşte buna karşı geliştirilecek ilk adım tehdittir. Yunanistan’ın Eurodan atılması senaryosu bunun içindir. Böylesi bir durumda ülke gerçek anlamıyla bir çöküşü yaşar. AB’den dışlanması bile sözkonusu olabilir. Bu ise hem ülkeyi, hem birliği derin bir krizle karşı karşıya getirir.
Nihayetinde ekonomi gibi görünse de temel sorun daha çetrefil ve karmaşıktır. Bütünü parçalarıyla görmeye çalışmak önemli.