Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

TÜRKİYE'de Kadın olmak-Aziz Öz

Gelin birlikte BİANET'te aldığım şu istatistiklere bakalım.
2010 yılında öldürülen kadın sayısı
Aylara göre dağılımı şöyle:
OCAK : 16
ŞUBAT : 14
MART : 20
NİSAN : 25
MAYIS : 16
HAZIRAN : 10
TEMMUZ : 23
AĞUSTOS : 35
EYLÜL : 17
EKİM : 23
KASIM : 18
ARALIK : 18

2011 yılında öldürülen kadın sayısı
Aylara göre dağılımı şöyle:
OCAK : 17
ŞUBAT : 28
MART : 24
NİSAN : 16
MAYIS : 20
HAZIRAN : 24
TEMMUZ : 26
AĞUSTOS : 24
EYLÜL : 25
EKİM : 20
KASIM : 19
ARALIK : 14
Şimdi bu istatistikleri, ülke adını söylemeksizin herhangi bir kimseye
gösterseniz sanırım çok rahatlıkla şöyle düşünecektir ve asla haksız da
olmayacaktır:
"Bu ülkede erkekler doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine, kadın
öldürmekle meşgul. Okumuşundan okumamışına; şehirlisinden köylüsüne;
bujuvasından proleterine, gencinden yaşlısına tüm erkekler toplumun
diğer yarısı olan kadını öldürmek, dövmek, aşağılamak ile meşgul.
Üretimi bırakmış, düşünmeyi bırakmış, iyi olan herşeyi bırakmış,
ya cinayet işliyor, ya da izliyor."
İnsanın kanını donduran bu rakamlar, yanı başımızda, yöremizde öldürülen
kadınları anlatıyor. Bunların hepsi birer can aynen erkekler gibi. Bunların
hepsinin hayalleri vardı aynen erkekler gibi. Bunların hepsinin özlemleri,
umutları vardı aynen katilleri olan erkekler gibi.
Bu rakamlar, bir toplumsal cinnete işaret ediyor. Erkeklerin cinneti bu.
Ama garip olan, kadınlar da bir avuç onurlu, mücadeleyi omuzlayan gurubun
dışında pek dert edinmiyor. Belki de "benim erkeğim", "benim kardeşim",
"benim babam" yapmaz diye düşünüyor. Oysa emin olun ki öldürülen tüm
kadınlar aynen öyle düşündü. Düşündüğünün yanlış olduğunu kavradığı
anda da ne yazık ki sahip çıkan olmadı.
Bu cinayetler yalnızca yoksul sınıflarda işlenmiyor. Türkiye bujuvazisi de
bu konuda oldukça maharetlidir. Ekonomik olarak daha güçlü olan kesimler,
kadına şiddet uygulamakta, diğer kesimlerden daha aşağı değiller. Hatta
belki de daha şiddet taraftarıdırlar. Yani zengin ve yoksul kesimlerin
kadına şiddette aralarında su sızmıyor.
Bu cinayetler, büyük çoğunlukla, namus, şeref, ahlak vb. gibi parlak ama
aslında bu tür eylemlerle içi boşaltılmış kavramların ardına saklanarak
işlenmektedir. Kana bulanmış, cana mal olmuş bir namus ne namustur, ne de
öyle bir onur onurdur. Namusu ve onuru kadın bedenine indergeyen bir anlayış,
ne namustan, ne de onurdan söz edeblir. Aynı yastığı paylaştığı insanı,
ablasını, annesini, kardeşini, sevgilisini öldürecek kadar insanlıktan
çıkmış, çocuklarını yetim bırakacak kadar sevgiden payını almamış bir erkek,
ne onurdan, ne yiğitlikten ne de güzel olan herhangi bir şeyden haberdardır.
O yalnızca, iki ayaklı bir canavardır. Kadın bedeni üzerinde tepinen bir
erkeklik, her nedense yiğitlikle özdeşleştirilmiş erkeklikten güç almaktadır.
Yiğitlikle erkekliği birbirinden ayırmadan, anlaşılan o ki, kadınlar hunharca
öldürülmeye devam edecektir ne yazık ki. Aslında bu "yiğitlik" belasını
taşımak da erkekler için dayanılmaz bir yüktür. Erkekler bu yükten kurtuldukça
yaşamdan daha çok zevk alacaklar. Yani kadınların kurtuluşu öncelikle
erkeklerin
kurtuluşudur. Namusu, onuru, şerefi, gururu, ahlakı, yiğitliği ve erkeklerin
bagajını dolduran diğer tüm kavramları yeniden ele almak gerekmektedir iki
kesimin kurtuluşu için.
Oysa namus insanın ettiği söz olmalıdır. Kendisine, yöresine kattıklarıyla
ilgili olması gerekir. Toplumda ürettiği, insana, ille de kadına verdiği
değerlerle ölçülmesi gerekir. Söndürdüğü değil, yaşattığı hayallerle içi
doldurulmalıdır namus, onur, ahlak vb. kavramların.
Öyle gözüküyor ki, ne yazık ki bu toplum ve sistem bu cinayetleri çok da
dert edinmiyor. Bu cinayetlerin yerleşik değerleriyle çok da çatışmadığını
düşünüyor belki de. Ölü bedenleri, canlısından daha çok mu seviyor ne? Bu da
çok korkutucudur.

Başka bir toplum bulamayacağımıza göre, değişmek, değiştirmek dışında bir
şans yok. O zaman bir yerlerden başlamalı. Yıllardır, sistemin ve toplumun
inanılmaz baskısına karşın, inatla bu mücadeleyi sürdüren, insanlığımızın
yüzakı bir avuç insana destek, katkı vermek gerekir. Herhangi bir yerde kadına
yapılan şiddete, haksızlığa hiçbir gerekçe üretmeksizin karşı
çıkılmalı("Kadın-erkek
eşitliğine inanmıyorum,fırsat eşitliğine inanıyorum" demek ben "kadın-erkek
eşitliğine inanmıyorum" demektir düpedüz). Yaşamın her alanında, her konuda
kadın-erkek eşitliğini savunup geliştirmedikçe, hepimizin bir yarısı
olan kadını
kaybetmeye devam edeceğiz. Bu da aynı zamanda hepimizin ölümü demektir.

Ya kadın erkek eşitliğinin içselleştirildiği ve uygulandığı mutlu bir
toplum ya da
hergün kadınların öldürüldüğü ve aslında önce kendilerinin öldürüldüğü
hastalıklı
bir toplum. Tercih erkeklerin!