Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

İÇİMİZDE Kİ BAHAR…..çilem öz

Türkiye,2000 yılı 19 Aralık sabahına cezaevlerine yapılan HAYATA DÖNÜŞ OPERASYONU ile uyandı. Kıbrıs Barış Harekatından sonra devlet ilk defa bu kadar çok sayıda asker kullanarak siyasi tutsakları F tipi cezaevlerine nakil ettirdi. İki büyük askeri operasyonu görmekte Ecevit’e nasip oldu. Devlete göre kontrolünden çıkmış tutsakları kontrolü altına almaktı amaç. Bu amacı yerine getirirken savaşa girer gibi askerler ile cezaevlerine girildi. Asker aldığı eğitim gereği karşısındakini düşman gibi görüp yok etmeyi amaçladığından operasyonda 30 tutsak hayatını kaybederken çok sayıda tutsakta yaralandı. Telsizlerden 200 ölümü göğüsleriz anonsu duyulduğundan askerin insaflı bile davrandığını söyleyenler oldu. Kendilerince başarılı bir operasyonla cezaevlerini örgütlerin elinden kurtardılar. Beklenen manşet Milliyet gazetesinden geldi ‘ Sahte oruca, kanlı iftar’ .
Tüm bu yaşananları haber gibi okuduğumuzda yukarıdaki satırlar ve Bayrampaşa cezaevinden çıkarılırken basının karelediği yanmış kadın fotoğrafları olarak kaldı aklımızda. Yıllar sonra mahkemede ifade veren bir uzman çavuş insanın kanını donduran cinsten şeyler söyledi. Bayrampaşa da altı kadın tutsağın yangından kurtulmak için kapıyı açmaya çalıştıklarını ancak bunların açmadığını, yangının büyümesi için içeriye nasıl yanıcı madde atıklarını, tutsaklara ıslak battaniye diye benzine batırılmış battaniye atıklarını anlattı. Yapılan müdahalenin nasıl kanlı olduğunu devletin ağzı mahkeme tutanaklarına böyle cümlelerle geçirdi. Şahit olanın anlattıkları ile yazılanlar arasında nasıl derin bir uçurum olduğu, orucun sahte değil ama yapılan iftarın nasıl kanlı olduğu ortadaydı.
Tüm bu süreçleri yaşayan, tufandan sağ ama yaralı kurtulabilmiş Muhabbet Kurt ve Arzu Torun yaşadıklarını kitap haline getirip kadının kalemi ile tarihe önemli bir not düştüler. ‘ İçimizdeki Bahar’ Burdur, Ümraniye, Nevşehir ve Kartal F tipi hapishanelerinde tanık oldukları vahşeti kalemlerini birleştirerek yazdıkları bir kitap. Birçok sayfasını okumakta çok zorlandım, anlatılan sahneleri kafamda kurguladığımda insan vücudunun bu ağır işkencelere nasıl dayandığına akıl erdiremedim. On iki yıl önce yaşananı vahşet diye değerlendirirken söyleyip geçtiğimi fark ettim. Kitabı okuduktan sonra vahşet beynime ve gönlüme çarparak çıkıyor ağzımdan. Bu vahşetin içinde bir de kadın olmanın durumu nasıl daha da ağırlaştırdığını Muhabbet ve Arzu anlattıkları, gözler önüne seriyor. Türkiye işkence hanelerinde çok sayıda sosyalist kadın taciz ve tecavüz işkenceleri ile psikolojik olarak aşağıya çekilmeye çalışıldı. Çoğu tecavüz vakası doktor raporlarında yer bile bulamadı. Devlet kadına eşit olamazsın fıtratın farklı derken siyasi tutsaklara erkek kadar dayak atmış ama kadın gibide tecavüz etmişti. Hayata dönüş operasyonundan sonra 8 kadın cop ile tecavüze uğradıklarını söylemişlerdi. Muhabbet ve Arzu da bu muameleye maruz kalanlardan. Bu yarayı nasıl mı sarıyorlar? Şöyle, önce öğretilmiş kadın erkek ilişkilerini sorguluyorlar sonra kafamızın içindeki kirli duvarları bir bir yıkmaya başladık diyorlar. Duvarlar yıkıldıkça vücudumuza değen yabancı nesnelerin izi bir, bir silindi. İyileştirici ilacın gerici değer yargıları ile hesaplaşmak olduğunu tüm kadınlara reçete gibi yazıyorlar.
Muhabbet ve Arzu İçimizdeki Baharı yazarken öyle ortak bir dil kullanıyorlar ki bu dil herkesi yoldaş sıfatında birleştiriyor. Artık hangi yapının ne yaptığıyla değil barikatların arkasındaki yoldaşlıkla ilgileniyorsunuz. Anlatılanın gerçekliği insanı anlatılan o anın içine alıyor. Bir anda Arzu ile Burdur cezaevinde barikatın arkasında askerin açtığı delikleri kapatmaya başlıyorsun, sonra Muhabbetle beraber Ümraniye cezaevinin koridorlarında barikattan barikata koşuyorsun. Bu kadar canlı, kanlı bir hikayenin içinde ruhun yorgun düştüğünde bir asker camın önünden kar toplayan Muhabbete gizlice kar verince insanlık adına bir oh çekiyorsun. Dayak ve tecavüz koridorundan Arzu’yla birlikte geçtikten sonra üst kattan Arzu’ya su ve şeker gönderen adli tutuklulara teşekkür ederken buluyorsun kendini. Kitap bittiğinde televizyonda gördüğüm operasyon görüntülerinin arkası tamamen doldu. İş makinelerinin yıkmaya çalıştığı duvarların arkasında, askerlerin delmeye çalıştığı çatıların altında insanların nasıl içlerindeki baharı yaşattıklarını ve bunun onlara nasıl sonsuz bir güç verdiğini anladım. 
Ben kitabı okumakta ve sizlerle paylaşmakta çok geç kaldım. 2009 yılında Varsoy yayıncılıktan çıkan kitabı belki okumayanız var ise biran önce okumalarını tavsiye ederim. Kitabı okuyanlar kızacaktır bana, böyle eksik anlattığım için ama okumayanlar içinde benim değil Arzu ve Muhabbetin dilinden yola devam etmelerini istedim. Çünkü Arzu’nun kaleminden okunmalı kopan bir kolun bulanık sularda nasıl arandığı, Muhabbetin kaleminden okunmalı ambulansla hastaneye götürülürken iki kadının tecavüze karşı koyabilmek için nasıl birbirine kilitlendiği. Yazarlardan özür diliyorum geç gelen tanıtım için ama teşekkürü de borç biliyorum kendi tarihlerini yazarak kadının hakkıyla yerini almasını sağladıkları için...


dersim gazetesinin nisan sayısında yayınlanmıştır